Bursa'da Bartınlı bir minyatür ve tezhip sanatçısı

Kükrer ilk kişisel sergisini Bartın'da açacak

Bursa'da Bartınlı bir minyatür ve tezhip sanatçısı

Nihal Çınçın

Bursa’da yaşayan Bartınlı minyatür ve tezhip sanatçısı Şeniz Sarı Kükrer, ilk kişisel sergisini Bartın’da açmayı planlıyor. Bursa’da birçok karma sergiye katılan Kükrer, geleneksel el sanatları içerisinde yer alan minyatür ve tezhip sanatının Bartın’da da duyulup yapılmasını istiyor.

Bursa’da yaşayan Bartınlı minyatür ve tezhip sanatçısı Şeniz Sarı Kükrer, ilk kişisel sergisini Bartın’da açmayı planlıyor. Bursa’da birçok karma sergiye katılan Kükrer, geleneksel el sanatları içerisinde yer alan minyatür ve tezhip sanatının Bartın’da da duyulup yapılmasını istediğini söyledi. Minyatür ve tezhiple ilk olarak hobi amaçlı tanıştığını ifade eden Şeniz Sarı Kükrer, bu konuda yola çıkış hikayesini “Bu sanatların ne olduğuna dair zaten bir bilgim vardı. Bir gün bir büyüğümüz bu sanatların yol olmaması ve gelecek nesillere aktarılması gerektiği tavsiyesinde bulundu. Bende onun bu tavsiyesini dikkate alarak ilk hobi amaçlı bu sanatlara başladım” sözleriyle anlattı.

“7-8 YILDIR BU SANATLARLA UĞRAŞIYORUM”

7-8 yıldır minyatür ve tezhiple uğraştığını kaydeden Kükrer, “7-8 yıldır bu sanatlarla uğraşıyorum. Şuanda Bursa Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitim Kurslarında (BUSMEK) ihtisas öğrencisi olarak devam ediyorum. Haftada bir günde Yalova nakkaş hanesine devam ediyorum. Fatma Zehra Aktaş’tan minyatür ve tezhip dersleri alıyorum. İlk hobi olarak başladığım bu sanatlar zamanla bende aşka dönüştü. Çünkü bu iş sevmeden yapılabilecek bir iş değil. Büyük bir uğraş istiyor. Bunun için de sevgiyle yapmanız gerekiyor” şeklinde konuştu.

“YOĞUN BİR TEMPODA ÇALIŞIYORUM”

Minyatür ve tezhip sanatının sadece boş zamanlarda uğraşılacak sanat dalları olmadığını da vurgulayan Kükrer, “Bu sanatlar boş zamanlarınızda uğraşabileceğiniz sanatlar değil. Günümün çoğunluğunu geç saatlere kadar çalışarak geçiriyorum. Yoğun bir tempoda çalışıyorum. Şunu da belirtmek isterim ki bu sanatlar “Bu iş bitti. Artık bu işi öğrendim” diyebileceğiniz sanatlar değil. Her gün yeni bir şey öğrenebilirsiniz. Çünkü alanı çok geniş. Öğrenebileceğiniz şeyler hiçbir zaman sınırlı değil. Ben bu sanatları gelecek nesillere aktarmayı çok isterim. Bir Bartınlı olarak ne kadar Bursa’da da yaşıyor olsam bu sanatları burada öğrenmek isteyen insanlara da her zaman yardımcı olmayı çok isterim” ifadelerinde bulundu.

MİNYATÜR NEDİR?

Minyatür, çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Ortaçağ Avrupa 'da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minimum” olan kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Türkiye'de eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılırdı. Minyatür sanatçısı için de “resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir denirdi. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı.

TARİHÇESİ

Minyatür, doğu ve batı dünyasında çok eskiden beri bilinen bir resim tarzıdır. Ama minyatürün bir doğu sanatı olduğunu, batıya doğudan geldiğini ileri sürenler vardır. Doğu ve batı minyatürleri resim sanatı yönünden hemen hemen birbirinin aynı olmakla birlikte renk ve biçimlerde, konularda ayrılıklar görülür. Minyatür, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu  ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez "tezhip “ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde sulu boyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve "tüykalem” denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kağıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.

BİLİNEN EN ESKİ MİNYATÜRLER  MISIR'DA

Bilinen en eski minyatürler  Mısır'da rastlanan ve M.Ö 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma Bizans ve Süryani elyazmaları'nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hiristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil'leri süslemeye başladı. [Avrupa]'da minyatürün gelişmesi 8. yüzyılın sonlarına rastlar. 12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa'da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. Yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü. Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçukluların İran ile ilişkileri nedeniyle minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana 'nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. Yüzyıla  kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan bey adlı bir nakkaş, II. Beyazıt döneminde de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigari, Ahmetcan Barlas, Haydar Kay, İsmail Can,Gazi Capır,  Nakşi  ve Şah Kulu  ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Beyzad 'ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul'a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli  Reşid,  Süleyman Çelebi ve Levni  18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Bunlardan Levni, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıktı ve kendine özgü bir biçim geliştirdi. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü. Önemli minyatür sanatçılarından bazılarının isimlerini sıralayacak olursak; Abdüddevle, Baba Nakkaş, Sinan Bey, Nigarî, Ahmetcan Barlas, Haydar Kay, İsmail Can, Horasanlı Aka Mirek, Şah Kulu, Gazi Capır, Nakşî, Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi, Levnî. Günümüzde ise Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç minyatür sanatçıları arasında yer almaktadır.

TEZHİP NEDİR?

Tezhip (Osmanlıca : Tezhib) kelimesi, Arapça zeheb (altın) kökünden türemiş olup, ‘altınlamak’ anlamına gelir. Çoğulu olan “tezhibat” “altınlama süslemeler” demektir. Tezhip günümüzde daha çok İslam  kökenli kitap bezeme sanatlarına verilen addır. Tezhip sanatını icra eden erkeklere müzehhip  kadınlara müzehhibe adı verilir.

Tezhip ile minyatürü  karıştırmamak gerekir. Minyatür daha çok tasvire dayanır. Bitki, hayvan, insan ve/veya mekân tasvirleri içerir. Minyatürler yapıldıkları dönemin sanat anlayışı ile koşut olarak, genellikle iki boyutlu ve perspektifsiz olarak yapılmış tasvirlerdir. Tezhip sanatı ise öncelikle hat sanatının etrafının bezenmesi amaçlı kullanılmış, günümüzde tek başına pano olarak da kullanılmaktadır. Basit bir anlatımla çoğunlukla stilize edilmiş bitki formları ya da desenlerden oluşan kimi zaman simetrik tasarımlardır.

Günümüz Türkiye'sinde tezhipte oldukça tutucu, "klasik yaklaşım" denilen bir akım vardır. Klasik yaklaşım, tarih boyunca oluşturulmuş ve kullanılmış formlar ve desenleri yinelemek, form ve desenlerin ana yapılarını bozmadan değişik kompozisyonlarda kullanmaktır.

Buna karşın, bazı tezhip sanatçıları ise klasik form ve desenleri kendi görüş ve algılarına göre değiştirerek değişik kompozisyon ve malzemelerle daha özgür bir yaklaşım tarzı kullanmaktadırlar.

Zaman içinde unutulmuşluğa terkedilmiş bu zarif ve zor sanat, son 10 yıl içinde bu sanata gönül veren çeşitli grup ve kişilerce canlandırılmıştır. Günümüzde Türkiye'deki pek çok üniversitede "tezhip bölümleri" yetenekli sanatçılar yetiştirmektedir.

Eski sanatçılara birkaç örnek vermek gerekirse, ilk akla gelen isimler Rikkat Kunt  ve Ülker Tansı olacaktır.

Hat ve cilt  sanatlarında altınla yapılan tezhibe halkari denir. Rumî ve Hatayî üsluplarında, kitapların zahriye, hatime, başlık, serlevha, mihrabiye kısımları tezhiple süslenir. Küçük yıldız ve çiçeklere nokta, geometrik olanlara mücevher, altıgenlere şeşhane, beşgenlere seberk denir. Kur’an 'da secde ayetlerine denk gelen yerlerde vakıf gülü, hizip gülü, cüz gülü bulunur. Varakçı ve cetvelkeş denilen ustalar vardır. Kalemfırça, zermühre, boyalar müzehhiplerce sıkça kullanılan aletlerdendir.

TÜRKLERDE TEZHİP SANATININ GEÇMİŞİ

Türk tezhip sanatının en eski örnekleri, Türklerin tarih sahnesine çıktıkları ilk devirlerden itibaren görülmüş, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde motifler ve renkler açısından olağan gelişmesini yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim  (1512-1520) tarafından zaferle sonuçlanan Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra Tebriz’den İstanbul'a getirtilen sanatçılarla bu sanatta önemli ilerlemeler ve yenilikler gözlenmeye başlanmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) tezhip sanatı açısından zirvede olan bir dönemdir. Bu dönemde, zahriye, serlevha, sure başları ve hatime sahifelerinde zengin işçilik görülmeye başlanmış, altın çok kullanılmış ve lacivert renk dönemin önemli rengi olmuştur.

Zahriye sahifelerinde formlar, altıgen, sekizgen, dörtgen şeklindedir. Bu devrin önemli özelliğinden biri de “saz yolu” üslubunun görülmesi ve güzel örneklerini vermesidir. Saray nakışhanesinde doğulu sanatçıların etkileri saz yolu üslubunda olduğu gibi açıkça görülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman devrinin döneminin ekol yaratan ünlü nakkaşların başında Şah Kulu ve Kara Memi gelmektedir. 1520-1526 yılları arasında faaliyet gösteren Şah Kulu Osmanlı Sanatında kitab bezemesinden kumaşa, çiniden kuyumculuğa kadar yaygınlaşan özgün bir üslubun, saz üslubunun yaratıcısı olmuştur. Onun öğrencisi olan Kara Memi ise, Osmanlı süsleme sanatının gelmiş geçmiş en önemli sanatçılarından biri olarak dikkati çeker. Aslında müzehhip  olan Kara Memi kitab sanatının klasik kuralların dışına çıkan, yeni motiflerle o güne değin görülmemiş bir üslubun yaratıcısı olmuştur. Kullanılan renkler ise altın ve laciverdin uyumu ile birlikte turuncu, yeşil, vişneçürüğü, pembe, sarı, eflatun, siyah ve bu renklerin çeşitli tonlarıdır. Çiçeklerde hemen hemen bütün renkler kullanılmıştır. Tabiattan yetiştiği şekilde alınan, gül, nergis, lale, sümbül, süsen, haseki küpesi, zerrin ve bahar çiçekleri kullanılmıştır.

Lale Devri'nde (1718-1730) Batı sanatı etkisi Türk tezhip sanatında etkisini göstermeye başlamıştır. Bu bağlamda, Fransız Rokoko  sanatının tesiri önemli ölçüde olmuştur. Bu tesir sonucunda, klasik form tamamen terkedilmiş, iri çiçekler, buketler, vazo, saksı veya sepet içinde buketler, kurdele ile bağlanmış çiçekler bolca kullanılmış, XIX. yüzyılın sonuna kadar aynı üslub devam etmiştir.

Yazı ve etrafında toplanan sanatları öğretmek üzere 1914 yılında "Medrese-t-ül Hattatin" adı ile açılmıştır. İlk müdürü Hattat Arif Bey olan mektebin amacı yazı, tezhip, halı, cilt, ebru ve ahar gibi eski sanatlarımızın devamını sağlamaktır. Mektep, Harf İnkılabına (1928)kadar önce kurulduğu adla, sonra "Hattat Mektebi", akabinde de "Şark Tezyini Sanatlar Mektebi" adı altında faaliyetini sürdürmüş ve nihayet 1936'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlanmıştır. Şark Tezyini Sanatlar Mektebi'nin kurulması ise doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Atatürk'ün talimatıyla olmuştur.