Bilgehan BULUT

EKMEK BULAMIYORLARSA PASTA YESİNLER

Bilgehan BULUT

Halk büyük acı ve sefalet içinde, adalet yok, eşitlik yok, ekonomi çökmüş, tüm ülkede bir kaos ortamı mevcut.  Modaya ve zenginliğe düşkün kızımız dünyadan bihaber, masal gibi hayatında bolluk bereket içinde yaşayıp gidiyor. Sabah biniyor jetine kahvaltı için Japonya’ya gidiyor,  canı sıkılıyor akşam Vegas’a konken oynamaya gidiyor. Spor arabaları, yatları, katları, hizmetçileri, uşakları gırla. Yediği önünde, yemediği arkasında, hayatı boyunca hiçbir bir derdi olmamış. En büyük sıkıntısı, işaret parmağı tırnağının kırılması ve tırnağını kesmek zorunda kalması. Yine böyle bir gün sarayında krallara layık akşam yemeğini yedikten sonra şöminenin karşısına geçip özel orkestrası eşliğinde şarabını yudumlarken, bir gümbürtü kopmuş. Bir grup vatandaş sarayın kapısına dayanmış, bağırıp çağırıyorlarmış. Saray muhafızları olayı bastırsa da bizimki meraklanmış, uşaklarından birini göndermiş adamların yanına, “Git bir sor bakayım, bunların derdi ne?” Demiş.  Uşak mevzuyu öğrenip geldikten sonra demiş ki “Acıkmışlar, ekmek bulamıyorlarmış”  Bunun üzerine bizimki meşhur sözünü söylemiş “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler”

Dünyadaki en büyük manipülasyonlardan bir tanesi, Fransız İhtilali sonrasında tüm kraliyet ailesiyle birlikte, giyotinle idam edilen Fransa Kraliçesi Marie Antoinette bu sözü hiçbir zaman söylemedi.

Fransız İhtilalinin bir sürü sebebi var. Kraliyet rejiminin baskısı altında halkın ezilmesi, yönetimin zafiyet içinde olması, ekonomin çökmesi, özgürlüklerin kısıtlanması, eşitlik ve adaletin yok olması... Tüm bu sebepler yinede halkı harekete geçirmek için yeterli değildi. Hitler’in Propaganda Bakanı  Gebels derki; “Kitleleri yönlendirmek istiyorsan, ortaya büyük, basit bir yalan at. Sürekli tekrar et. Sonra kitlelerin o yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucaklayacağını seyret.” İşte burada da yapılan bu, halkı galeyana getirecek, buji görevi görecek, büyük bir yalana ihtiyaç vardı. Darbenin arka planındakiler bu yalanı üretti. Bu yalan günahsız Marie Antoinnette’i giyotine kadar götürdü.  Bu arada giyotine de bir satır açmakta fayda var.

Malum bilmeyenleriniz olabilir. Giyotini kısaca, barbar Fransızların bulduğu,  ahşap bir düzeneğin tepesinden bırakılan keskin demir parçayla kişinin boynunun kesildiği bir idam makinesi olarak tanımlayabiliriz. Her ne kadar vahşice gözükse de, giyotin son derece faydalı bir buluştur. Giyotinden önce baş kesme ile idam işlemi, filmlerde gördüğümüz gibi bir celladın baltayı havaya kaldırıp hedefe indirmesiyle gerçekleşiyordu ama gerçekte filmlerdeki gibi olmuyor, çoğu zaman tek vuruşta iş bitmiyordu.  Gerek celladın tekniğindeki eksikliğinden, gerekse kurbanın vuruş anında sakınmasından dolayı başını sağa sola oynatmasından kaynaklı, bazı idamlar ancak on vuruşta gerçekleşiyordu.  Yani giyotinden çok daha vahşi, çok daha acılı bir görüntü mevcut. İşte giyotin bu problemi çözdü, tek vuruşta temiz iş. Aktısı koktusu yok. Giyotin de baş, saniyeden çok daha kısa bir zaman dilimi içinde kesiliyor. Tüm sinirler bir an da kesildiği için kurban acı hissetmiyor.

Günahsız Marie Antoinnette son anlarında giyotinde yatarken neler düşündü, neler hissetti, korktu mu? Yalvardı mı? Ya da şok haliyle duyarsızlaştı mı? Bilmiyoruz ama en azından can verirken acı çekmediğini biliyoruz.

İşte hepimizin küçüklüğümüzden, ilkokul sıralarımızdan beri duyduğumuz “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” meselesi budur.

Sevdiğim söz: “Gece 1’de kapınız çalıyorsa, kapıyı çalan büyük ihtimalle sütçü değildir.” – Anonim

Konu hakkındaki düşüncelerinizi aşağıdaki e-mail adresine yazabilirsiniz. Diğer görüş ve önerileriniz için de yazabilirsiniz.

e-mail: [email protected]

Yazarın Diğer Yazıları