Eğitim Sen Şube Başkanı İpci'den bütçe tepkisi!
Eğitim Sen Bartın Şube Başkanı İsmet İpci, 2025 Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin eğitim sorunlarını karşılamaktan çok uzak olduğunu belirtirken '2024 MEB bütçesi 2023'e göre iki kattan fazla artırılırken, 2025 yılında artış oranının üçte birde kalmış olması, önümüzdeki yıl ekonomide ve eğitimde bizleri bugünlerden çok daha zor koşulların beklediğinin habercisidir. Eğitimde temizlik krizi, taşımalı eğitim, öğrenci yoksulluğu, beslenme problemleri, eğitimin genel niteliği gibi en temel ve zorunlu ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan 2025 MEB bütçesinin zorunlu eğitim harcamalarını karşılamaktan çok uzak olduğunu bugünden söylemek mümkündür.' derken bütçe taleplerini de sıraladı.
“2025 yılı bütçesi, eğitimin sorunlarına çözüm üretmekten uzak”
Nilay Meryem ÇÖMLEK
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Bartın Şube Başkanı İsmet İpci, 2025 bütçesinde Milli Eğitim Bakanlığı için ayrılan paya dikkat çekerken bütçenin eğitim sorunlarını karşılamaktan çok uzak olduğunu söyledi.
2025 bütçe planlamasında eğitime ayrılan payın yetersiz olduğunu vurgulayan İpci, 2024 MEB bütçesi 2023’e göre iki kattan fazla artırılırken 2025 yılında artış oranının üçte birde kalmış olmasını önümüzdeki yıl ekonomide ve eğitimde bizleri bugünlerden çok daha zor koşulların beklediğinin habercisi olarak yorumladı.
“Eğitimin niteliğine büyük zarar vermektedir”
Eğitimde temizlik krizi, taşımalı eğitim, öğrenci yoksulluğu, beslenme problemleri, eğitimin genel niteliği gibi en temel ve zorunlu ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan 2025 MEB bütçesinin zorunlu eğitim harcamalarını karşılamaktan çok uzak olduğuna işaret eden İpci, açıklamasında şunları kaydetti:
“2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, 17 Ekim 2024 tarihi itibariyle TBMM’ye sunulmuştur. Ülke ekonomisinde yaşanan ağır kriz koşulları devam ederken, 2025 yılı için Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrılan pay 1 trilyon 452 milyar lira olarak belirlenmiştir. MEB bütçesinin 2024 yılında 1 trilyon 92 milyar lira olduğu dikkate alındığında, yıllık enflasyon oranının oldukça altında, yüzde 33’lük bir artış yapıldığı anlaşılmaktadır. Önerilen MEB bütçesi, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına çözüm üretmenin çok uzağındadır.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, yeni bütçeyi ‘sosyal refah’ anlayışıyla hazırlandığı şeklinde kamuoyuna lanse etmiştir. Fakat 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, IMF önerileri dikkate alınarak oluşturulmuş kemer sıkma programından başka bir anlama gelmemektedir. Hükümetin yıllardır uyguladığı yanlış ekonomi politikaları sonucu gelir adaletsizliği artmakta, toplum nezdinde yoksulluk genişlemektedir. Gelinen noktada toplumsal refahtaki gerileme adaletsiz vergi politikalarıyla daha da derinleşmiştir. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, enflasyonun ücretlerden kaynaklandığı söylemine sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır. Nitekim 2025 bütçesinde asgari ücrete yapılacak zam oranının yüzde 25 ile sınırlı tutulacağı belirtilmiştir. Emekçilerin üzerine yüklenecek vergiler ise yüzde 50 artırılmaktadır. Vergilerin bir hizmet olarak geri dağıtımına bakıldığındaysa refaha yönelik sosyal harcamalara gidilmediği görülmektedir. Buna karşın sermayeye verilen teşvik ve sübvansiyonlar artmış, savunma ve güvenlik harcamaları, eğitim ve sağlığın üzerine çıkmıştır. Bu bağlamda vatandaştan toplanan vergiler ve kamu harcamaları birlikte değerlendirilmelidir.
2024 MEB bütçesi 2023’e göre iki kattan fazla artırılırken, 2025 yılında artış oranının üçte birde kalmış olması, önümüzdeki yıl ekonomide ve eğitimde bizleri bugünlerden çok daha zor koşulların beklediğinin habercisidir. Eğitimde temizlik krizi, taşımalı eğitim, öğrenci yoksulluğu, beslenme problemleri, eğitimin genel niteliği gibi en temel ve zorunlu ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan 2025 MEB bütçesinin zorunlu eğitim harcamalarını karşılamaktan çok uzak olduğunu bugünden söylemek mümkündür.
Her bütçe döneminde olduğu gibi bu yıl da bütçede ‘En yüksek pay eğitime ayrılıyor’ söylemi devam etmektedir, oysa artan öğrenci sayılarına karşın bütçede oransal bir artış olmaması kamusal eğitimin niteliğine büyük zarar vermektedir. Nitekim AKP hükümetleri döneminde, eğitim bütçesinin milli gelire oranı OECD ortalaması olan yüzde 5’in yarısına bile ulaşmamıştır.
Geçtiğimiz 23 yıl içinde özelleştirmeler ve eğitimin ticarileştirilmesi yolunda kamusal eğitime darbe niteliğinde adımlar atılmıştır. MEB bütçesinin, merkezi bütçeye ve milli gelire oranı aynı düzeyde seyretmiş, okulların kendi kaynaklarını yaratması gerektiği söylemi hâkim kılınmıştır. Bu nedenle eğitim harcamalarının esas yükü okul aile birliği, katkı payları, kayıt ücretleri, eğitim alanlarının ticarileştirilmesi gibi yollarla büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmış, bu durum zaten geçim sıkıntısı yaşayan velileri daha fazla zorlamaya başlamıştır.
Yıllardır eğitime ayrılan ödenekler büyük ölçüde tadilat, alt yapı sorunlarının giderilmesi çerçevesiyle sınırlandırılmakta, enflasyon karşısında rakamsal artış dışında bir hedef belirlenmemektedir. Dolayısıyla, eğitimin niteliğini yükseltecek hizmetlere yönelik yatırımlar açısından bütçeler yeterli gelmemektedir. Okulların temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar dahi artış yapılmamaktadır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak, okullar en temel ihtiyaçlarını kayıt sırasında alınan bağışlar ve velilerden düzenli olarak toplanan aidat benzeri paralarla karşılamaktadır. Okul aile birlikleri sadece okula kaynak yaratmak için çalışan organlar haline gelmiş ya da getirilmiştir. Okulda beslenme ve zorunlu ihtiyaçların giderilmesi için kantin, taşıma ve benzeri faaliyetler ticarileştirilmiş ve okul içinde öğrencilerin ailesinden alabileceği paranın artırılmasına yönelik bir iç piyasa yaratılmıştır.
“Personel harcamaları, en büyük payı oluşturmaktadır”
MEB bütçesinin Merkezi Yönetim Bütçesi içindeki büyüklüğünün temel nedeni, iktidarın eğitime verdiği önemden çok, büyük ölçüde personele yapılan zorunlu harcamalardan kaynaklanmaktadır. MEB bütçesinin büyük bölümünü, personel giderleri (yüzde 71) ve sosyal güvenlik devlet primi giderleri (yüzde 9) oluşturmaktadır. Her yıl eğitime bütçeden en çok payın ayrıldığı iddia edilse de bu payın yüzde 80’i zorunlu olarak doğrudan personel harcamalarına gitmektedir. Bu haliyle bile düşük olan ücretlerle eğitim emekçilerinin yaşam standartları daha da gerilemektedir. 2025 MEB bütçesi içinde mal ve hizmet alım giderlerinin payı yüzde 8; sermaye giderleri yüzde 9,73’tür. Depremin yıkımını yaşamış illerimizde dahi eğitim sorunları hasarlı okullar ve dersliklerin yenilenmesi için gerekli bütçe ayrılmamakta, zorunlu ihtiyaçlar hayırseverlerden karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple 17 milyon öğrenci ve 1 milyondan fazla öğretmenin ihtiyaçlarının karşılanması için bütçenin bütünlüklü olarak artırılması gerekmektedir. Diğer yandan, cari transferler (aralarında dini vakıf ve derneklerin de olduğu kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler, hane halkına yapılan transferler vb.) yüzde 2,15 olarak belirlenmiştir.
“Eğitim yatırımlarına ayrılan pay son derece yetersiz”
2002-2025 yılları itibarıyla MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın gelişim seyri, her fırsatta ‘Bütçeden en çok payı eğitime ayırdık’ diyenlerin halkı nasıl yanılttıklarını, eğitime ayrılan bütçenin ne kadarının yatırıma ayrıldığını gizlemeye çalışarak, gerçekleri nasıl çarpıttıklarını açıkça göstermektedir.
MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan yatırım bütçesi 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında kısmen de olsa artışa geçen eğitim yatırımları payı, sonraki yıllarda istikrarsız bir çizgi izlemiştir. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2024’te yüzde 9,16 iken, 2025’te deprem bölgesine yapılan eğitim yatırımların da etkisiyle yüzde 9,73’e çıkmış olmasına rağmen, 23 yıl öncesinin hala çok gerisindedir.
2025 MEB bütçesi eğitimde yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin artarak devam edeceğini, velilerin üzerine yüklenen eğitim harcamalarının artacağını göstermektedir. Türkiye ile diğer OECD ülkeleri arasında kademeler düzeyinde yapılan eğitim harcamaları arasındaki farklılıklar her geçen yıl artmaktadır. Eğitime kamusal bir hizmet çerçevesinde yapılan harcamalar yıllar içinde istikrarlı bir şekilde azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının payı artmaya devam etmektedir.
“Öğrenci başına eğitim harcamaları, OECD ortalamasının altında”
OECD’nin her yıl eylül ayı içinde yayınladığı Bir Bakışta Eğitim Raporu’na (Education at a Glance) göre, Türkiye’de eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan harcamalar OECD ortalamasının hala çok altında seyretmektedir. Türkiye’de eğitim kademelerine göre, öğrenci başına yapılan harcamaların OECD ortalaması ile karşılaştırmalı verileri şu şekildedir;
İlköğretim; Türkiye’de ilköğretim düzeyinde öğrenci başına yıllık yapılan harcama 4 bin 36 ABD doları iken, İlköğretimde OECD ortalaması yıllık 9 bin 923 ABD dolarıdır. Türkiye’nin ilköğretimde öğrenci başına harcamasının OECD ortalamasının yaklaşık yüzde 40'ı düzeyinde olduğunu gösteriyor.
Ortaöğretim; Ortaöğretimde Türkiye’de öğrenci başına yıllık yapılan harcama 4 bin 793 ABD doları, ortaöğretimde OECD ortalaması yıllık 11 bin 400 ABD dolarıdır. Ortaöğretim kademesinde Türkiye’nin eğitim harcaması, OECD ortalamasının yaklaşık yüzde 42’si kadar.
Yükseköğretim; Yükseköğretimde öğrenci başına yıllık yapılan harcama 10 bin 366 ABD doları, yükseköğretimde OECD ortalaması yıllık 17 bin 559 ABD dolarıdır. Türkiye, yükseköğretimde OECD ortalamasının yaklaşık yüzde 60’ı kadar harcama yapıyor.
Türkiye’nin eğitim kademelerine göre öğrenci başına yaptığı harcama, OECD ortalamasının oldukça altındadır. Özellikle ilköğretim ve ortaöğretimde bu fark daha belirgindir. Bu rakamlar, Türkiye’nin eğitime daha fazla yatırım yapması gerektiğini ve harcamaların OECD ülkeleri seviyesine yükseltilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
“Eğitim bütçesi ve okullara ayrılan ödenekler yetersiz”
Eğitim ve bilginin piyasa ilişkileri içine dâhil edilmesiyle eğitim kurumlarında verilen hizmetlerin önemli bir bölümü geçtiğimiz yıllar içinde ticarileştirilmiştir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla bir ‘pazar yeri’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal hizmet olarak finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı sürekli artmıştır.
Ülkemizde okulların önemli bir bölümü ciddi anlamda ödenek sıkıntısı çekerken, bakanlığın okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmaması nedeniyle, okullardaki pek çok ihtiyaç öğrencilerden düzenli olarak toplanan aidatlar, bağışlar ve ticari faaliyetlerden karşılanmaktadır. Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmaması ve okullara gönderilen ödeneklerin zorunlu harcamalara bile yetmemesi, okulların altyapı sorunları ve fiziki donanım eksikliklerinin sürekli artmasına neden olmaktadır. Devlet okulları yıllardır adeta kaynak yaratmaya zorlanarak, öğretmenler ise öğrenci ve velileri ile ‘satıcı-müşteri’ ilişkisi gibi para ilişkisine girmek zorunda bırakılmaktadır.
MEB verilerine göre derslik başına düşen öğrenci sayısı gerçekte olduğundan düşük gösterilmesine rağmen, özellikle yoksul emekçi mahallelerinde Türkiye ortalamasının çok üzerinde kalabalık sınıf sorunu yaşanmaktadır. Okulların fiziki donanımı, en temel eğitim araç gereçlerinin olup olmaması, okulda öğrencilerden para toplanıp toplanmamasına göre değişiklik göstermektedir.
Eğitim bütçesinin dışında oluşturulan fiili okul bütçelerinin tamamına yakını öğrencilerden çeşitli adlar altında toplanan aidatlar, okullarda yapılan kermesler, okul salonlarının şirketlere kiraya verilmesi, bazı okul salonlarının düğün, nişan ve benzeri ‘sosyal etkinlikler’ için kiralanması, okul bahçelerinin otopark yapılması gibi etkinliklerden karşılanmaktadır.
Eğitimde nitelikli bir hizmet sunabilmek için, okulların fiziksel altyapılarından öğretim materyallerine, teknolojik donanımdan öğretmenlerin gelişimine kadar pek çok alanda yeterli finansal desteğe ihtiyaç vardır. Bu desteğin sağlanmaması, eğitimin kamusal, bilimsel ve laik niteliğini zayıflatmakta, eğitimde ticarileştirme uygulamalarının önünü açmaktadır.
Eğitimde yaşanan eşitsizliklerin önüne geçmek ve her öğrencinin nitelikli bir eğitim alabilmesini sağlamak için devletin eğitime ayırdığı bütçeyi artırması gerekmektedir. Devletin, eğitimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve tüm öğrencilere eşit olanaklar sunmak için okullara yeterli ödenek ayırması gerekmektedir. Bu, yalnızca daha adil bir toplum yaratmanın anahtarı değil, aynı zamanda geleceği güvence altına almanın da yoludur.”
2025 yılı bütçesi talepleri!
Eğitim Sen Bartın Şube Başkanı İsmet İpci, 2025 Yılı Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi taleplerini de şöyle sıraladı:
“2025 yılı için öngörülen MEB bütçesi, eğitim sisteminde kronik hale gelen fiziki altyapı yetersizlikleri, öğretmen, idari ve teknik personel açığı, kırtasiye ve araç gereç yetersizliği gibi sorunların çözümü ile eğitimin ve eğitimcilerin ihtiyaçlarının karşılanmasından çok uzaktadır. MEB ve yükseköğretim bütçelerinin milli gelire oranı, OECD ortalaması baz alınarak iki katına çıkarılmalıdır.
Bütçe sistemi tüm eğitim kurumlarını kapsayacak şekilde bütünlüklü olarak oluşturulmalıdır. Tüm okulların ihtiyaçlarına yönelik çalışma yapılmalı ve bu doğrultuda ödenek ayrılmalıdır.
Okulları adeta bir pazar yerine dönüştürmüş olan piyasacı anlayıştan derhal vazgeçilmelidir. Kamu kaynaklarından özel okullara aktarılan destek ve teşvikler, devlet okulları için harcanmalıdır.
Öğretmenler arasında farklı kariyer basamakları yaratarak ayrımcılığa ve rekabete yol açan uygulamalara son verilmelidir. Eşit işe eşit ücret anlayışıyla bütün eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik iyileştirmelerden ayrımsız bir şekilde yararlanması sağlanmalıdır.
Derinleşen yoksulluk sebebiyle öğrenciler temel haklarından yoksun kalmakta, yetersiz beslenme bir “gizli açlık” haline dönmektedir. Bu sebeple eğitimin bütün kademelerinde öğrencilere günde en az bir öğün ücretsiz yemek ve temiz içme suyu sağlanmalıdır.
Tüm kamu emekçilerine, ücretsiz okul öncesi kurumlar ve kreşler için bütçeden pay ayrılmalıdır.
Kamu kreşleri yeniden açılmalıdır. Kadın erkek fark etmeksizin en az 50 çalışanın olduğu iş yerlerinde, ücretsiz, nitelikli, anadilinde ve gerektiğinde 7/24 hizmet verecek, istihdam biçimine bakılmaksızın tüm çalışanların yararlanacağı kreşler açılmalıdır.
En fazla kadın emekçilerin olumsuz etkilendiği esnek ve güvencesiz istihdam biçimleri son bulmalı, güvenceli, tam zamanlı hak kayıpları yaratmayan çalışma esas alınmalı, eşdeğer işe eşdeğer ücret politikası hayata geçirilerek, parçalı istihdam politikalarından vazgeçilmelidir.
Ek ders ücretlerine yüzde 100 zam yapılmalı, tüm ek ödemeler temel ücrete dâhil edilmelidir.
2025 yılı için 651 milyar lira olarak belirlenen sosyal yardımlar, bütçenin yalnızca yüzde 4,4’üne tekabül etmektedir. Bu haliyle toplumsal eşitsizliklere çözüm üretmekten oldukça uzak olan sosyal yardımlar, başta aile ve çocuk yardımı olmak üzere ihtiyaçları karşılayacak şekilde artırılmalıdır.
Ataması yapılmayan öğretmenlerin tamamı kadrolu olarak atanmalıdır. Okullarda temizlikten sorumlu personel haftanın 5 günü ve yılın 12 ayında görevlendirilmelidir. Bunun yanında kadrolu, güvenceli ve insanca bir ücret kapsamında bir program oluşturulmalıdır.
Tüm eğitim ve bilim emekçilerine, yılda iki kez ve en az bir maaş tutarında eğitime hazırlık ödeneği verilmelidir.”