Tunç: 'Bunlar seçimden korkuyorlar'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim tarihi olarak 14 Mayıs'ı açıklamasının ardından 6'lı masanın 6 Nisan'dan sonra alınacak bir seçim kararına evet demeyecekleri şeklindeki açıklamalarını değerlendiren AK Parti Grup Başkanvekili ve Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, '6'lı masanın söylemleri, kendi aralarındaki tartışmalar, kamuoyuna açıkladığı hususlara baktığımız zaman akıl tutulması diyelim. Bunlar seçimden korkuyorlar. Her türlü mazereti göstererek bir algı çalışması içerisindeler. 14 Mayıs seçimi önemli. 'Türkiye Yüzyılı'nın başladığı ve ülkemizin yoluna devam ettiği bir gün olarak annelerimiz inşallah 14 Mayıs'ta gereğini yapacaklar' dedi.
AK Parti Grup Başkanvekili ve Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, bir televizyon kanalında seçim tarihi, EYT ve başörtüsü ve ailenin korunmasıyla ilgili anayasa değişikliği teklifiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. İlk olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim tarihi olarak 14 Mayıs'ı açıklamasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Grup Başkanvekili Tunç, şöyle konuştu:
“Sayın Cumhurbaşkanımız Bursa'da gençlerle yaptığı toplantıda da 14 Mayıs'ı açıkladı. 60 günlük takvime baktığımız zaman 10 Mart'ta da cumhurbaşkanı kararı alınabileceğini ifade etti. Tarih hemen hemen net diyebiliriz. Tabi resmi bir karar henüz alınmadı. 10 Mart'ta Sayın Cumhurbaşkanımız karar alırsa bu cumhurbaşkanı kararı Resmi Gazetede saat içerisinde 48 yayımlanır. Resmi Gazetede yayınladığı tarihten itibaren 60 gün sonrasını takip eden ilk Pazar seçim yapılır. 10 Mart'ta karar alınırsa bu tarih 14 Mayıs'a denk geliyor. Yüksek Seçim Kurulu da 60 günlük seçim takvimini ilan eder. O takvim gereğince seçim iş ve işlemleri yürür ve oy verme günü de 14 Mayıs'a denk gelmiş olur.
“6'lı masa akıl tutulması yaşıyor”
6'lı masanın söylemleri, kendi aralarındaki tartışmalar, kamuoyuna açıkladığı hususlara baktığımız zaman akıl tutulması diyelim. Diğer konulardan önce seçimle ilgili 6'lı masa “Seçim tarihini açıklayın. Tarihi bilelim. 18 Haziran'dan önceye alalım” şeklinde daha önce beyanları vardı. Biz de 18 Haziran'da seçim tarihinin güncellenebileceğini açıklamıştık. 18 Haziran'da üniversite sınavı, yaz tatilinin başlangıcı, Anadolu'ya tarım nedeniyle göç, hac dönemi, insanların tatile çıkması gibi seçime katılmayı azaltan hususlar var. Vatandaşlarımızın ikamet ettikleri yerlerde oy kullanabilmelerine imkan sağlanabilmesi için seçim tarihinin güncellenmesi gerektiğini ifade etmiştik. Bunun içinde bu şartların olmadığı 18 Haziran'a en yakın tarih 14 Mayıs olarak ortaya çıktı.
Seçim için Mecliste muhalefet desteği…
6'lı masanın siyasi partilerinin liderleri “Biz 6 Nisan sonrası alınacak olan bir seçim kararına evet demiyoruz. Çünkü seçim kanunu değişiklikleri 6 Nisan'da yürürlüğe girdi. Biz bu değişikliklerin yürürlüğe girmesini istemiyoruz. 6 Nisan'dan sonra yapılacak olan bir seçim siyasi mühendisliktir” dediler. Mecliste seçimin yenilenmesi kararının alınmasının mümkün olmadığı ortaya çıktı. Anayasamız gereği Türkiye Büyük Millet Meclisi 5'te 3 çoğunlukla yani 360 oyla seçim yenileme kararı alabilir ama muhalefet buna destek vermediği için 5'te 3 çoğunluk sağlanamaz. Bu durumda da Cumhurbaşkanımızın Anayasadan kaynaklanan yetkisini kullanmasında daha normal bir durum yok. Bu yetkiyi kullanacağını da ifade etti. 10 Mart'ta seçim kararı alınırsa Resmi Gazetede 48 saat içerisinde yayımlanır, 60 günü takip eden ilk pazarda bu da 14 Mayıs'a denk geliyor ve seçim yapılmış olur.
“Bunlar seçimden korkuyorlar”
Bunlar seçimden korkuyorlar. Her türlü mazereti göstererek bir algı çalışması içerisindeler. 14 Mayıs seçimi önemli. “Türkiye Yüzyılı”nın başladığı ve ülkemizin yoluna devam ettiği bir gün olarak annelerimiz inşallah 14 Mayıs'ta gereğini yapacaklar. Masanın adayı bizi çok ilgilendirmez. Cumhur İttifakı olarak milletimizin bizlerden beklentisi gerek yasamada gerek yürütmede vatandaşlarımızın alım gücünü arttırmaya yönelik, onları küresel enflasyondan korumaya yönelik, ülkemizin kalkınmasını sağlayacak büyük projeleri hayata geçirmeye yönelik çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız hem yürütme hem de parti içi çalışmalarından dolayı hafta içi ve hafta sonu yoğun bir çalışma içerisinde hız kesmeden devam ediyor. Cumhur İttifakının her iki partisi olan AK Parti ve MHP zaten 14 Mayıs'a sürekli hazır halde, sürekli kendilerini yenileyerek vatandaşlarımıza giderek çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
“HDP, 6'lı masanın gizli ortağı”
6'lı masa dediğimiz defalarca toplanıp dağılan bu masanın ortaklarının zaman zaman açıklamalarını duyuyoruz. HDP gizli ortak olarak şuanda dışarıda tutuluyor. Çünkü masaya oturttuklarında tepki alacaklarını düşünüyorlar. Bu nedenle taktiksel olarak onu dışarıda tutmanın gayreti içerisindeler ama tabi seçim sürecinde nasıl hareket ederler bu onların bileceği iş. 6'lı masa özellikle cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik cumhurbaşkanını sembolik bir makam olarak öngördüklerini ifade ediyorlar. Kamuoyuna açıkladıkları anayasa değişikliği paketinde cumhurbaşkanın halk tarafından seçileceğini, çünkü cumhurbaşkanı 2008 referandumu sonrası 2014 yılından bu yana halk tarafından seçiliyor, onlarda bu yüzden bunu ifade ediyorlar. Milletten bu yetkiyi geri alamıyorlar. Zaman zaman bazı hukukçular arasında aslında güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçtiğimizde “cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmemesi lazım” diye söyleyenler var. Ama bunu açıkça deklare edemiyorlar ve anayasa değişikliği metnine de bunu yazamadılar. “Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir” dediler. Ancak parlamenter sistemdeki kanunları onaylamak, uluslar arası antlaşmaları onaylamak, hastalık durumunda af yetkisini kullanmak gibi sadece eski sistemdeki sembolik cumhurbaşkanı yetkilerini millete vaat ediyorlar.
“Bunlar gerçekten skandal ifadeler”
Sonrasında yaptıkları açıklamalarda da “Cumhurbaşkanı seçilecek kişi 6'lı masanın emrinden çıkmayacak” diyorlar. Hatta “6'lı masadaki bir ortak hayır dediği zaman cumhurbaşkanı o kararı alamayacak” diyorlar. Bunlar gerçekten skandal ifadeler. Tamamen demokrasiye bir darbe. Cumhurbaşkanının yetkileri belli. Yüzde 50'den fazla oy almış, milletin iradesini temsil eden bir cumhurbaşkanı, yürütmenin başı, Anayasadaki yetkileri belli, siz bu Anayasadaki yetkileri bir tarafa bırakacaksınız kendi yaptığınız aranızdaki protokole göre cumhurbaşkanının kendi güdümünüzde ülkeyi yönetmesini bekleyeceksiniz. Bu demokrasi değil. Hukuk devletiyle bağdaşmayan sözler bunlar. Siz o zaman kendinize bir sekreter arıyorsunuz. Kendi güdümüzde bir kişiyi oraya çıkarmak istiyorsunuz. Böyle bir yönetim sistemine milletimiz evet demez. Söylediklerinin ne hukukla ne demokrasiyle bağdaşır bir tarafı var. Tamamen milli iradeye saygısızlık.
“Sivil darbe söylemleriyle millete vaatte bulunuyorlar”
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi halkın doğrudan doğruya yürütmeyi belirlediği, diğer yanındaki sandıkta da doğrudan doğruya yasamayı belirlediği, yargısı bağımsız, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun, cumhuriyeti daha da güçlendiren bir yönetim sistemi ve bunun uygulamasını 2018'de başlattık. 2017 referandumuyla milletimiz kabul etti. Milletin kabul ettiği bu sisteme “ucube” sistem diyorlar. Bu sistemi terk edip kendilerinin oluşturduğu, demokrasiyle alakası olmayan, adeta sivil darbe teşkil edebilecek bir söylem tarzıyla millete vaatte bulunuyor. Milletimiz bunlara evet demez. Milletimiz ne olduğunu görüyor. Zamanında en doğru kararı verdi ve 5 yıldır da bir istikrar süreci yakaladık. Bu 5 yıl içerisinde pandemi sürecini yönettik. Küresel enflasyon bütün dünyayı etkiledi. Bunun yanı sıra çevremizdeki savaşlar, Azerbaycan'ın işgalden kurtarılması, Rusya-Ukrayna arasındaki arabulucu rolümüz, dengeli ve hakkaniyetli dış politikamız, güneyimizde kurulmak istenen bir terör devletine müsaade etmeyişimiz, Doğu Akdeniz'deki haklarımızı koruyuşumuz, Libya'yla mutabakatımız olmak üzere tüm bunlara 6'lı masanın ortaklarının hepsi karşı geldi.
“Silahları bırakırsanız diyerek kime hitap ediyorsunuz?”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 40 yıldır terörle mücadele ediyor. Binlerce şehidimiz var. Trilyonlarca gelirden milletimiz mahrum bırakıldı. Terörle mücadele devam ederken askerimize, ordumuza “silahları bırakırsanız” gibi bir söz söylüyorsanız ki burada sınırlarımızı korumak hatta sınır ötemizde Türkiye'nin şer şebekelerini yok etme mücadelemiz var, karşımızda legal bir kuruluş yok, illegal bir örgüt var, sadece bir örgütle değil, birçok örgütle mücadele eden bir Türkiye var, siz bu ifadenizle kime hitap ediyorsunuz? Önce bunu açıklamaları lazım. Vatandaşlarımız her şeyin farkında.
Dış politikada yaşananlar…
Ermenistan 30 yılı sürerek Karabağ'ı haksız bir şekilde tüm dünyanın gözü önünde işgal etti. Bu işgal devam ediyordu. Azeri kardeşlerimiz o dönemde Türkiye'den yardım istediler ama Türkiye'nin gücü ona yetmedi. Güçlendik, savunma sanayimiz yüzde 80 yerlilik oranına ulaştı ve artık kardeşlerimize de destek olacak seviyeye geldik. Azerbaycan'ın o mücadelesine destek vererek 30 yıl süren Ermeni işgalini orada sona erdirdik. 6'lı masanın ortaklarından birinin dış politika sözcüsü o dönemde “Türkiye, Azerbaycan'a cihatçı gönderiyor” diyerek bir kara propaganda içerisine girebildiler. Doğu Akdeniz'deki mücadelemizde “Doğu Akdeniz'i germeyelim” diyen CHP'nin sözcüleri. Bizim Mavi Vatanımızda herkes cirit atacak ve biz seyre bakacağız. Oradaki kaynakları koruyabilmek için Libya'yla mutabakat anlaşması yaptığımızda buna kim karşı çıktı? O mutabakatı koruyabilmemiz için Libya'nın meşru hükümetini ayakta tutmak gerekir. Darbeciler, Batının da desteğiyle o meşru hükümeti devirmek istediler. Türkiye olarak biz oraya asker gönderdik ve destek verdik. Mecliste tezkere oylaması sırasında buna yine o masanın ortakları karşı çıktı. Yine “Suriye'de ne işimiz var?” diyen bu masanın ortakları. Biz defalarca harekat yapmasaydık orada bir PKK-PYD devleti kurulmak üzereydi. 30 kilometre derinlikte bir güvenlik koridoru oluşturmasaydık bugün orada bir terör devleti oluşmuş olacaktı. Hala bunu söyleyebiliyorlar. Rusya-Ukrayna savaşı çıktığında “Hemen taraf olalım” dediler. Sayın Akşener “S-400'lerden vazgeçelim. Ukrayna'nın yanında yer alalım” dedi. Biz dengeli ve tutarlı bir dış politika uygulayarak her iki arasında arabulucu olma noktasında Birleşmiş Milletlerin başvurduğu bir ülke konumuna geldik. Sayın Cumhurbaşkanımız bu noktada bir dünya lideri noktasında ortaya çıktı. Tahıl krizi ile esir takasını çözdü. Şuanda birçok ülke Nobel Barış Ödülüne layık olabilmesi noktasında teklifte bulunuyor.
“Milletimiz Türkiye'nin zayıf olduğu o eski günlere geri dönmez”
Başarılı dış politika için ilk önce kendi içimizde güçlü olmamız lazım. Savunma sanayimizin güçlü olması lazım. Tüm bunlar dış politikadaki gücümüzü arttırıyor ama en önemlisi liderlik. Güçlü liderlik dış politikada en başta şartlardan bir tanesi. Muhataplarınıza etkili olmanız lazım. Bu noktada etkili olabilecek ve bu başarıyı sağlayan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Dış politikadaki bu başarıları elbette ki milletimiz takdir edecektir. Dış politikada zayıf bir görüntü, içeride de zayıf bir görüntü Türkiye'nin o eski zayıf dönemlere, IMF'nin politikalara geri döndüğü günlere milletimiz geri dönmek istemez. Büyük bir aktör olarak dünya liginde yer almak isteriz.”
Başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği teklifi…
Başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği teklifi hakkında da Yılmaz Tunç şunları söyledi:
“Başörtüsüne anayasal güvence ve aile birliğinin korunmasına yönelik iki maddenin geneli üzerinde görüşmeler Anayasa Komisyonunda tamamlandı. Maddelerin görüşmeleriyle devam edecek. Bizim amacımız başörtüsüne anayasal güvenceyi kazandırmak. 2013 yılında bir başbakanlık genelgesiyle Anayasamızda ve mevzuatımızda olmayan, yıllarca kadınlarımızı mağdur eden bu fiili yasak o dönemde kaldırılmıştı. 10 yıldır da bir serbestlik söz konusuydu. Yasak olabilmesi için Anayasamızda ya da kanunlarda yer alması lazım. Bu filli yasağı kaldırdık. CHP Genel Başkanı bir gece videosuyla ardından da bir kanun teklifiyle kamuda çalışanların başörtüsü serbestliğiyle ilgili bir kanun teklifi verdi. Bu kanun teklifinde sadece kamuda çalışan memurlarla ilgili başörtüsü serbestliği getiriyor. Sorun eğitim kurumları, özel sektörde de vardı. Tüm bunlara siz kanun teklifinde hariç bırakırsanız bunlara yasak getirmiş olursunuz. Bir kanun değişikliği her zaman basit çoğunlukla mümkün olabilir. Kanun değiştiği anda tekrar yasağın geri gelmesi söz konusu olabilir. Tüm bu tartışmaları ortadan kaldırabilmenin tek yolu da anayasa değişikliğiydi. Sayın Cumhurbaşkanımızda “Bu problemi tamamen ortadan kaldıralım ve anayasal güvenceye kavuşturalım” teklifinde bulundu. Bunun yanı sıra aile kurumu da önemli. Ailenin korunmasına ilişkin düzenlemelere de Anayasamızda yer verelim düşüncesiyle anayasa değişikliği teklifimiz hazırlandı.
“Geçmişte yaşattıkları mağduriyetlerden pişmanlık duymuyorlar”
Muhalefettin bu konuda tavrı net değil. Bu konuda geçmişte yaşattıkları mağduriyetlerden pişmanlık da duymuyorlar. “Bu konu üzerinden size siyasi bir rant sağlamayacağız” diyorlar. Bizim derdimiz bu değil ki. Ben başörtüsü konusu serbest olsun diye imza attığım için hakkımda 1998'de DGM'de dava açıldı. Biz sanık olarak yargılandık. Hem kadınlarımız hem de “başörtüsü serbest olsun” diyen yazarlar o dönemde yargıyla karşı karşıya kaldılar. Biz bundan sonra ülkemizin gündeminde bu konu olmasın, anayasal güvenceye kavuşsun istiyoruz.
Ailenin korunması…
Aile kurumuyla ilgili çekincelerini ifade ediyorlar. “Böyle bir problem yok” diyorlar. Halbuki dünyada şuanda yayılan bir propaganda var. Özellikle aileyi tehdit eden bir takım sapkın akınların propagandası yapılıyor. Bizim bu konuda önceden tedbir almamız ve bununla ilgili de Anayasamızda bir hüküm olması lazım. “Ailenin Korunması” maddesinde “Evlilik birliği ve çocuk hakları” şeklinde madde değişiyor. 41. Maddede “Aile Türk toplumunun temelidir ve evlilik birliği yalnızca kadın ile erkek arasında kurulabilir. Eşler arasında eşitliğe dayanır” diyor. Muhalefet maalesef sapkın akımlar dediğimiz akımlara özgürlük vaat etti. Bu platformlara destek verdiler. Bunlardan çekiniyorlar ve şimdi de “Buna ne gerek var? Böyle bir problem mi var ki?” diyerek komisyonda bu maddeye aleyhte konuşmalarına tanık olduk. Başörtüsü konusunda da “Burada dini inancı gereği ya da tercih ettiği kıyafet” şeklindeki cümlenin yerine “Dini inancı olmasın. Sadece başörtüsünü koruyan bir düzenleme yapalım” şeklinde bir görüşleri var.
“Mecliste çözülmediği takdirde referanduma gideriz”
Bizim tercihimiz 400'ün üzerinde bir çoğunlukla kabul edilmesi. 360 ile 400 arasında bir kabul olursa zorunlu olarak referanduma gidilir. Bu durumda da en doğru kararı milletimiz verir. Ama 360'ın altında bir oyla olursa maddelerden biri düşmüş olur. Her iki maddede önemli. İnşallah 400'ün üzerinde kabul oyuyla Mecliste bu iş çözülür. Çözülmediği takdirde mecburen referanduma gideriz. Milletimizin hissiyatını dikkate alırsa muhalefet evet oyu verir. Ama milletimizin beklentisini dikkate almayıp kendi ideolojik tercihlerini öne alırlarsa da hayır oyu verir.”
EYT konusu…
EYT konusunda ise Tunç şu açıklamalarda bulundu:
“EYT ile ilgili hiçbir soru işareti yok. Sayın Cumhurbaşkanımız 28 Aralık'ta bu müjdeyi açıkladı. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleri net. 4498 sayılı yasa 1999'da bir değişiklik getirdi. Kadınlarda sigortalılık süresi 20 yıl, erkeklerde 25 yıl ve 5 bin prim gününü doldurduklarında emekli olabilirdi. 1999'daki o yasadan sonra kademeli olarak bir de yaş şartı eklendi. 99 öncesi sigortalı olarak çalışmaktayken biranda bir yasa değişikliğiyle yaş konusuna takılanların “mağduriyetimiz giderilsin” önerileri sonrasında bir çalışma yapıldı. 99 öncesi sigortalı olanlar için o günkü şartlar yaş şartı aranmaksızın emekli olabileceklerine dair açıklamayı yaptı. Çalışmakta olanlar buna devam edecek. Yani hem emekli olup aynı iş yerinde çalışmaya devam ederse sigorta teşvik priminden de yararlanarak çalışmasını sürdürebilecek. Taşerondan kadroya geçirilen işçilerimiz zorunlu olarak emekli ediliyorlardı, o problemde çözülüp çalışmaya devam edebilecekler.
“Teknik detayların kanun teklifine dönüşmesi üzerinde çalışılıyor”
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın koordinatörlüğünde ve Maliye Bakanlığımızın teknik ekiplerinin de çalışmasıyla bir teknik çalışma yapıldı. Bu çalışma o günden bu yana biraz zaman aldı. Geçen haftada teknik çalışmanın detaylarını AK Parti gurubuyla da paylaştılar. Bu teknik çalışmanın detaylarını biz aldık. Yasayı yapacak olan TBMM. Eskiden bu tasarı şeklinde gelirdi. Artık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde kanun teklifinde münhasır olan Meclis. Önce bu teknik detayları bir masaya yatırıp milletvekillerimiz ve grup başkanvekillerimizle birlikte bu teknik hususun kanun boyutuna dönüşmesiyle ilgili şuadan çalışmamız şuadan devam ediyor. Cumhur İttifakının diğer ortağıyla da bu detaylar paylaşılacak ve birlikte bir kanun teklifine dönüşülecek.
“Bir tarih vermek doğru değil”
Kanun teklifinin verilmesine çok büyük bir zaman kalmadı. En kısa süre içerisinde bu teknik çalışmalar tamamlandığında kanun teklifimiz TBMM'ye sunulacak. Çalışma Bakanımız Şubat, Mart şeklinde açıklamalarda bulundu. Burada en kısa süre içerisinde Meclise sevk edilir. Milletimize verdiğimiz bu sözü en kısa süre içerisinde hayata geçirmenin gayreti içerisinde oluruz. Şuanda teknik çalışmaların sona erdiğini düşünürsek kanun teklifine dönüşmesi, komisyon süreci, genel kurul sürecini de göz önüne aldığımızda bir tarih vermek doğru değil. Biz bu kanun teklifini yasalaştırdığımızda ve yürürlüğe girdiğinde 2 milyon 250 bin kişimiz direk emekliliğe hak kazanacak. Başvurdukları andan itibaren de maaşa hak kazanacaklar. Emeklilik başvurusundan sonra da geçecek süre içerisinde maaşları birikmiş olacak. Bir hak kaybı söz konusu olmayacak.
Uzman çavuşların kadro meselesi…
Geçen hafta sözleşmeli personelin kadroya alınmasıyla ilgili düzenlemeyi gerçekleştirdik. 4/B sözleşmeli çalışan 500 bin memur kadrolu hale gelmiş oldu. Uzman çavuşlarımız fedakarca vatan savunmasında canları pahasına gayret gösteriyorlar. Onlara müteşekkiriz. Uzman çavuşlarımızın 7 yıl görev yaptıktan sonra kamuda memur olarak çalışabilmeleriyle ilgili 2016'da bir düzenleme yapmıştık. Onların bu kanun çerçevesi içerisinde 7 yıl görev süresini tamamladıktan sonra diğer kurumlara memur olarak açıktan atama şeklinde ya naklen atanabilmeleri mümkün. Onların durumuyla ilgili geçen hafta çıkan yasada herhangi bir düzenleme yapılmadı. Biz toplumun tüm kesimlerinin taleplerine duyarlıyız. Biz bu talepleri elbette değerlendiriyoruz ve ilgili bakanlıklarla görüşüyoruz. Yapılması gerekenleri de mutlaka yeri ve zamanı geldiğinde kanun teklifine dönüştürüyoruz.”