Saadet: 'Bir masal bitiyor mu?'
Saadet Partisi Bartın Milletvekili Adayları Ünal Yurtbay ve Mücahit Mekeç, 24 Haziran seçimlerine az bir zaman kala ortak bir basın açıklaması yayınlayarak, iktidar ve Türkiye'nin son durumuna dikkat çekti.
Haber merkezi
Saadet Partisi Bartın Milletvekili Adayları Ünal Yurtbay ve Mücahit Mekeç, 24 Haziran seçimlerine az bir zaman kala ortak bir basın açıklaması yayınlayarak, iktidar ve Türkiye'nin son durumuna dikkat çekti. Saadet Partisi'nin seçim kampanyasında #Değiştir sloganı ile seçmenlerin Saadet Partisine yönlenen tercihlerini “dip dalgaya” dönüştürmeyi başardığını ifade eden Yurtbay ve Mekeç “Saadet Partisi yürütmüş olduğu seçim kampanyasında “#Değiştir” sloganı ile seçmenlerin Saadet Partisine yönlenen tercihlerini “dip dalgaya” dönüştürmeyi başardı. Bu kampanya bütün ayrıntılarıyla tezleştirilecek nitelikte seyrediyor. Her meseleye, her kesime, herkese dokunuyor. Başarılı mı? Sadece “başarılı” demek bile yetersiz. Çok başarılı, bu kesin! Bu kampanya Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile bütünleştikçe, Karamollaoğlu'nun bilgeliği kampanyaya sirayet ettikçe daha da etkin seyrediyor kampanya. Ters açıdan bakarsak ta, bu başarılı kampanyada AK Parti'nin de büyük payı var. Hükümet 16 yıl içinde her alanda arkasında “#Değiştir” denilecek çok derin izler bıraktı. Anlatmak istediğimiz, AK Parti hükümetlerinin başarısızlığı Saadet'in #Değiştir kampanyasını çok güçlü hale getirdi” dedi.
“İki maddelik bir Türkiye'de yaşıyoruz”
İki maddelik bir Türkiye'de yaşandığını kaydeden Yurtbay ve Mekeç şöyle devam etti:
“Bir bakıma, iki maddelik bir Türkiye'de yaşıyoruz. Aklınıza gelecek her alanı kapsayan iki madde;
Madde 1: Erdoğan her zaman haklıdır.
Madde 2: Erdoğan'ın haksız olduğu durumlarda 1'inci madde geçerlidir. Eğer Recep Tayyip Erdoğan'dan başka doğruları söyleyenler de var diyorsanız, biraz değil, epeyce cesur olmalısınız. Eğer ondan başkasına övgüler, iltifatlar yapacaksanız, beğendiğiniz başka siyasiler varsa, hele hele muhalefet partilerinden, muhalefet liderlerinden herhangi birine sempati uyandıracak bir şeyler atfedecek olursanız, sakın ha! Dikkat edin; en büyük günahı işliyorsunuz demektir.
“Hatasız, günahsız bir lider, hatasız, günahsız bir parti!”
Sadece bir siyasi parti olan iktidar partisi, kendisinden başka bir partinin bu ülkeyi yönetmeye hakkı olmadığını düşünüyor. Kendisinden başka bir partinin bu ülkede iktidara gelmek istemesini ve ülkeyi yönetmeye talip olmasını da adeta suç olarak görüyor, gösteriyor. Doların yükselişi, TL'nin eriyişi, dibe vuran ekonomi, giderek büyüyen işsizlik, çöken sosyal yapımız, adalet arayışı, geleceğe dair güvensizlik gibi onlarca mesele bir tarafa… Günümüz Türkiye'sinin en büyük meselesi belki de iktidar partisinin kendisini kutsallaştırmasıdır. “Hatasız ve günahsız bir lider”, “hatasız ve günahsız bir parti” yaklaşımı ülkeyi her alanda felakete doğru götürmektedir. Yanlışlar, hatalar, aldatılmışlıklar, itiraf cümlelerinde yer bulsa da, “pişmanlığı olmayan tavırları”, diğer bütün krizlerin de ana kaynağını oluşturuyor.
“Yukarısı ile taban arasındaki bağ da zayıflıyor”
Bu yaklaşım sadece ülkeye mi zarar veriyor? Hayır, aslında ülkeyle birlikte iktidarın kendisi de zarar görüyor. Kutuplaşmayı merkez alan politikalar aynı zamanda AK Partisini de körleştirmekte, yormakta, kendi içinde anlamsızlaştırmaktadır. Tabanla yukarısı arasındaki bağ giderek zayıflıyor. Malum bu zayıflama da “metal yorgunluk” olarak tanımlanabilecek kadar belirginleşmeye başladı. Dikkat ederseniz, genel merkezle teşkilat arasındaki bağ demiyoruz, yukarısı ile taban arasındaki bağ ibaresini de bilerek kullanıyoruz. Çünkü iktidar partisinde herkesin anladığı yukarısı, parti tüzel kişiliğinin ve parti organlarının üzerinde bir otorite olarak görülüyor. AK Parti, Güçlü lider zafiyeti yaşıyor. Tabanla lider arasında bir köprü yok, bir parti, bir teşkilat yok. Bir gövde yok; yukarısı ve taban var. Kök zaten yoktu. Bir dönem bütün günahlar, başarısızlıklar, beceriksizlikler partiye havale edilirken, şimdilerde olumsuzluklar doğrudan yukarısı üzerinden okunmaya başlıyor.
“Karamollaoğlu, AK Parti tabanını da heyecanlandırıyor”
Mızrak çuvala sığmaz olunca “taban”ı artık kutuplaştırıcı söylemler de tatmin etmez hale geliyor. Nitekim birkaç seçimdir “güçlü lider”in afişleri, konuşmaları, mitingleri bile artık tabanı heyecanlandırmaya yetmiyor! Belki de, bu yüzden en çok Temel Karamollaoğlu'na kızılıyor. Çünkü artık Karamaollaoğlu merak ediliyor, takip ediliyor, heyecanlandırıyor. Hatta sanılanın aksine Karamollaoğlu, AK Parti tabanını da heyecanlandırıyor. Temel Bey'in ne söyleyeceğini sadece memnuniyetsizler değil, iktidar mensupları da merak ediyor. AK Partililer bile artık Erdoğan'dan çok Karamollaoğlu'nun ne söyleyeceğini merakla bekliyor.
“Saadet, artık ne yok sayılabiliyor ne de küçümsenebiliyor”
Karamollaoğlu'na ve Saadet Partisi'ne karşı saldırıların altında da aslında bu gerçek yatıyor. Saadet Partisi yok sayılamayınca, artık “küçümsenemez” bir etkinliğe yeniden kavuşunca bu kez karalama, sindirme ve yıpratma stratejisine başvuruldu. Paralı troller, yalan makinesi gibi çalıştırılıyor; iftiralar atılıyor, yaftalar vuruluyor hatta tehditler savruluyor. Ama tüm bunlara rağmen Karamollaoğlu'nu en az Millet İttifakı kadar Cumhur İttifakı da, AK Partililer de takip ediyor, dinliyor. Bugüne kadar her duruma ve sürprize karşı tedbir alabilen iktidar, bu sefer Karamollaoğlu'na olan ilgiyi durdurmakta başarısız kalıyor. Dip dalga öyle bir geliyor ki, artık yalan ve iftiranın üretim merkezleri de pek işe yaramıyor.
“AK Parti kutsal bir parti değil, Erdoğan da vahiyle gelmiş bir lider değil”
Yıllar sonra artık AK Partililer de (imkân elde etmişler hariç) bazı hakikatlerin farkına varmaya başlıyor; “AK Parti kutsal bir parti değil!” “Erdoğan da vahiyle gelmiş bir lider değil.” Bir iktidarın yanlışlarına, hatalarına hatta kasti ihmallerine muhalefet etmek, itiraz etmek de ayıp değil, günah değil. Aksine, bir iktidarın, bir yöneticinin yanlışlarını söylemek, hatalarına dikkat çekmek, “bunları yapma” demek, “şöyle yapmak icab eder” demek bir vecibedir, ahlaki bir görevdir. Ahlaksız olan, bile bile birilerinin yanlışta yürümesine seyirci kalmak ve insanları yanlışlarında boğulmalarına terk etmektir.
“Artık bir masal bitiyor…”
Bizatihi kendisini devlet yerine koyan, kendisini “devlet zanneden” bir iktidar, bir hükümet var. Kendisini devletleştiren iktidarlar “adalet” ve “kalkınma” mottosuyla yola çıksa da, zamanla “vicdanla”, “adaletle” değil, kendi bekasının gerekleriyle yönetmeye yeltenirler. Kendi bekasını devletin bekasıyla eşdeğer görünce menfaatler de “yüceleştirilmeye” başlanır. “AK Parti = devlet” zannı hatta “Erdoğan = devlet” yaklaşımı her şeyi mübah kılan sonuçları da beraberinde getirdiğini söylemek mümkün. Eğer bugün AK Parti “bir seçim kazanmaya değil de, bir seçimimi kaybetmemeye” yoğunlaşmışsa bunun en büyük nedeni işte bu handikaptır. AK Parti söylemlerinde, “Erdoğan yoksa devlet yıkılır, Erdoğan yoksa koca bir millet orta yerde öylece kalıverir” psikolojisine başvurmak zorunda kaydıysa; artık “bir masal bitiyor” ve hatasız ve günahsız bir lider, hatasız ve günahsız bir parti öğretisi çöküyor. Bu millet, yeni bir sabaha uyanmaya hazırlanıyor!”