Güngör Gökdağ

AYARLARIMIZLA OYNANMIŞ BİZİM

Güngör Gökdağ

Biz eskiden dosdoğru insanlar idik. Yedi düvel insanlığımıza ve yaşamımıza hayran idi. Ne oldu ise değiştik zaman içerisinde.

İnandığımız değerleri benimsemez, günah bildiklerimizden çekinmez olduk. Anlam duygusunu yitirdik, niye yaşadığımızı unuttuk. Dağdaki aç kurtları, havada uçan kuşları besliyor iken günümüzde komşumuzun ahvâlini sormaz olduk. Hayvanları bile severken, bugün insanları sevmez olduk.

 

"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" anlayışından, bizden olmayanı, bizim gibi düşünmeyeni düşman bilir olduk.

Kutsal kitabımız; "hiç akletmez misiniz?" derken, akledip, sorgulama yapanı hâinlikle suçlar, dışlar olduk. Farklılıkları habire törpüledik, yozluğun nirvanasını gördük.

                                                                                                

Makam-mevki, mal-mülk, dünya hırsı ruhumuzu sarmış, yüce yaratıcıyla içten bir iletişim kuramaz olduk.

Sadaka ve zekat vermeyi, yardımlaşma ve infak etmeyi unuttuk. Her işimizde menfaat, her hareketimizde çıkar gözetir olduk.

 

İnce ayarlarımız bozulmuş bizim...

Sobasına odun atmadan önce "böcek, karınca falan varsa düşsün de yanmasın" düşüncesiyle odunu, kovanın kenarına vuran naif bir milletten; yolda yatan köpeğe depik atan, silahıyla kendine hedef yapan bir hale dönüştük.

 

Helal olanla yetinmez, haramlardan sakınmaz olduk...

Zorda kalınca yalan söyleyen, sinirlenince küfreden, fırsat bulunca kul hakkına girenlerden olduk. Cüzdanlarda sayısız bankanın kredi kartları, işimizi ve ticaretimizi fâizle yürütür olduk.

Bu durumu dahi saklamaktan hayâ etmez, konuşmaktan gocunmaz olduk.

 

Görüntüsü ihtişamlı; içi ise boş, derinliği, etkisi, kalıcılığı ve ahlâki düzeyi son derece zayıf insanlardan olduk.

Hemen her konuya atlayan, kendi alanında bile ihtisası olmayan, bilirkişi gibi konuşmaktan da geri durmayan, ilimsiz-irfansız, özü-sözü farklı insanlar olduk.

 

Her taraftan damla damla dökülüyoruz...

Toplumumuzda; aldığı borcunu ödemeyen, verdiği sözü tutmayan, gıybetle muharramâta dalan, randevusunda dikkatsiz, trafikte kuralsız, kânunda nizamsız, yüzüne gülen, arkandan çekiştiren, edep kurallarını takmayan insan tiplerinin gittikçe arttığını görüyoruz.

 

Kendisi, ailesi, mensup olduğu cemaat ve cemiyetinin çıkarları için her türlü kul hakkını, her zaman ihlal eden, sürekli makam-mevki, paralı iş, proje, ihale ve avanta kovalamaktan emr-i bil-ma'ruf nehy-i ani'l-münker yapmaya, düzgün insan olmaya, hakka ve hakikate çağırmaya, cemaatle camide namaz kılmaya, yetimhanedeki öksüz ve yetimlerin başını okşamaya, bir insanın sıkıntısını gidermeye, sosyal bir projenin ucundan tutmaya günümüz insanının gönüllü olmadığını görüyoruz.

 

Ruhumuzu da çaldılar bizim...

Ufacık bir makama erişince mutasyona uğrayıp değişen, yukarıdakileri tanrı, aşağıdakileri köle olarak gören, görüşmeleri hemen resmiyete döken, iftarlarına fakir-fukara yerine, varlıklı ve nüfuzluluları davet eden, düğün-sünnet gibi etkinliklerde zenginleri ve makam sahiplerini öncelikli ağırlayan bir insan profiline dönüştük. Davranış ve tutumlarımızla ne geleneklerimize ne de dinimizin özüne uygun davranmıyoruz artık.

 

Hayatın birçok alanında anlam kaybı yaşıyoruz...

Akraba, arkadaş, komşu, toplum ve çevre gibi kavramlar her nedense artık çok fazla anlam taşımıyor. Çünkü sevdiklerimize ve çevremizdekilere ayıracak yeterince zamanımız olmuyor.

Sosyal ilişkilerimizi de derin ve geniş tutamıyor, çabucak yıpratıyoruz. "Kullan-At" zihniyetiyle çevremizi de hızlıca bitiriyoruz.

Bir yandan kendimize de yabancılaşıyor, giderek yalnızlaşıyoruz. İşte bu yalnızlık ve güçsüzlük duygusu içinde ürkek ve korkak, fakat saldırgan bir kişiliğe bürünüyoruz.

 

Sanal bir dünyada yaşıyor, modern çağda mutlu olamıyoruz...

Çünkü olduğumuz gibi davranmıyoruz. Durmadan kişiliğimizi cilalatıp parlatıyoruz. Ortalıkta göründüğümüz, gündemde olduğumuz kadar var olduğumuzu zannediyoruz.

Acı ve tatlı duygularımızı, en özel mahrem anlarımızı, gündelik yaşamımızı fotoğraf selfieleriyle sosyal paylaşım sitelerinde yaşamaya çalışıyoruz. Esasında bu davranışlarımızla derin tabuları yıkıyor, mutluluğu yanlış yerlerde arıyoruz.

 

Şükürsüz, gayesiz, amaçsız ve bilinçsiz bir yaşam tarzı oluşturmuşuz kendimize...

Bu nedenle de insanımızın bir çoğunda mutsuzluk, stres, anksiyete ve başarı kaygısı hayatlarının bir parçası olmuş. Çünkü bir çoğumuz bu dünyada neden var olduğumuzu, yaşamımızı neyin aydınlattığını ve niçin yaşadığımızın bilincine yeterince vâkıf değiliz?

 

Dinimiz; "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" diyor...

Fakat toplumun bir kısmı merhamet duygusunu neredeyse yitirmiş görünüyor. İnsanlar birbirine karşı son derece acımasız ve tahammülsüz. İnsan olarak hoşgörü, tolerans ve anlayış duygumuzu kaybetmişiz.

Her gün yakılan ormanlar, her gün işlenen kadın cinayetleri, trafikte yaşanan arbedeler hâl-i pür melalimizi zaten ortaya koyuyor.

Velhasıl affetmeyi, şefkatle yaklaşmayı ve merhamet etmeyi yeterince beceremesekte, öç almayı ve intikamı adeta bir zaruret, hatta vücûbiyet olarak görüyoruz.

 

Günümüz insanı bireyi, insan olmasından  öte; avukat, doktor ve esnaf gibi mesleği ve mensup olduğu cemiyeti ile değerlendiriliyor. Pozisyonuna, mali gücüne ve nüfuzuna göre de saygı ve itibar gösteriyor.

İhlâs, samimiyet, dürüstlük ve erdemlik gibi sıfatlar ise, bu saygı ve itibar kriterleri arasında yer almıyor. İnsanlık kalitesine ise zaten hiç bakılmıyor.

İşte kalite profilinin sıkıntılı olduğu bir toplumda ilerleme ve yükselmeden söz etmek, nitelikten bahsetmek büyük bir yanılgıya düşmektir.

 

Gerçekleri istemesekte artık görmeliyiz…

Suçu ve suçluyu sürekli başkalarında ve dış mihraklarda aramayı artık toplumca bırakmalıyız. Biz, nerede yanlış yaptık diyerek önce içe bakmalıyız. İçeride derin bir nefis muhasebesi yapmalıyız.

 

Günümüzde inançlar değerlerini yitirmiş, güven olayı toplumda bitmiş, akrabalık bağları kopma noktasına gelmiş, birçok aile parçalanmış, gelenek ve göreneklerimiz unutulmaya yüz tutmuş, hepsinden önemlisi yaşama sadece çıkar ilişkileri egemen olmuştur.

Karşı karşıya kaldığımız bu çöküş ve yıkımın karşısında sorumluluk alacak yekpâre bir kurum yahut müessese de yoktur. Bu durumun karşısına koyabileceğimiz başka bir alternatifte?

 

Dolayısıyla, millet ve ümmet olarak geçmişte bizim yakmış olduğumuz meşale, asırlar boyu bütün dünyayı aydınlatmış, medeniyet ve adâlet dağıtmış iken, şimdi karanlıklarda kalacak, topyekun dağılacak değiliz…

İçinde bulunduğumuz bu ahvâli değiştirmeye elbette yine muktediriz. Yeterki özümüze dönelim ve gaflet uykusundan uyanalım. Birlik ve beraberliğimizi sağlam tutalım, milli ve manevi değerlerimizi baş tâcı yapalım.

Okuyarak, çalışarak, üreterek ve imanımızda teslim olarak yine geçmişteki büyük ihtişamımıza kavuşabiliriz.

Yeryüzünde hakkı, yeniden hâkim kılabiliriz. Geçmişte bunu yaptık, yine yapabiliriz. Yeter ki buna inanalım. Değişim için gerekli olanları yapmaktan geri durmayalım.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları