Bankoğlu: 'Oyalama taktiği'

CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu, Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Kükümetin kadına yönelik şiddetin önlenmesi kapsamında önerdiği torba yasa teklifinin kadınları oyalama taktiği olduğunu, hükümetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı zihniyetini değiştirmediği ve uygulamadaki sıkıntıları gidermediği sürece kadına şiddet sorunu çözemeyeceğini belirten Milletvekili Bankoğlu, 'Oyalama taktiği' dedi.

Bankoğlu: 'Oyalama taktiği'

Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’ndaki (KEFEK) görüşmelerinde açıklama yapan CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu, hükümetin torba yasa pratiğini eleştirerek, önerinin üç temel kanunda değişiklik yaptığını ve bunun hukuk nosyonuyla uyuşmadığını belirtti. Yasa teklifinin hazırlanmasında ve komisyon görüşmelerinde kadın örgütlerinin davet edilmediğini de belirten Bankoğlu, “Böylesine önemli bir yasa teklifi yapılırken; çoğunlukçu ve katılımcı demokrasi ilkeleri gözetilerek, yasa yapımında konusunda uzman, kadın örgütlerinin ve STK’larının görüşlerinin alınması gerekirdi. Bu örgütlerin en azından burada yapılan toplantıya davet edilmesi gerekirdi. Yasaları oldu bittiye getirerek dayatmak yerine; paydaşlarının tüm farklı görüşlerini de almak adına, bu toplantının süre ve gün sınırlamasının ayarlanması gerekirdi,” dedi.

Bankoğlu, ayrıca kadına yönelik şiddet konusunda çok önemli sonuçlar doğuran bu teklifin görüşmelerinde KEFEK’in esas komisyon olarak atanmamasını da eleştirerek, “KEFEK’in bu konuda kesinlikle esas komisyon olarak atanması gerekirdi. Kadına yönelik şiddet bakımından önemli sonuçlar doğuran, hatta bu sebeple cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, kamuoyuna ‘müjde’ olarak sunulan böylesine bir kanun teklifinin incelenmesinde, 2009’dan beri kadın politikalarının tartışıldığı temel komisyon olan KEFEK’in tali yani arkadan gelen, ikincil komisyon olarak atanması bize bir zihniyet resmi verir. Kadına yönelik bir yasa tartışmasında bile, kadın komisyonunu tali gören erkek egemen zihniyetin, kadına yönelik şiddeti önlemesi mümkün değildir,” dedi.

“Cezasızlık algısının sorumlusu sizsiniz!”

Kadına yönelik şiddet vakalarında toplumda bir cezasızlık algısı olduğunu, bu algının da cezaların failler üzerindeki caydırıcılığını azalttığını belirten Bankoğlu, son 20 yılda konu üzerinde artan cezasızlık algısını, “Kamuoyunda bu konuda cezasızlık algısı o derece yüksektir ki, artık kadınlar,kamuoyu oluşturabilmek adına şiddet vakalarına sosyal medyadan tepkilerini göstermeye, hakim ve savcıları göreve çağırmaya çalışıyorlar,” diyerek açıkladı. Haziran 2021’de Konya’da 1 buçuk yaşındaki kızının ve eşinin üzerine kaynar su döken Ali Ay’ın ‘Şimdi seni öldürsem 5 yıl alırım, 3 yıl yatar çıkarım,’ ifadelerini hatırlatan Bankoğlu sözlerine, “Peki sonra ne oldu biliyor musunuz, suçlu 4 buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı ve iyi hal indirimi uygulanarak cezası 3 yıl 9 aya indirildi,” diyerek devam etti.

Cezasızlık algısında uygulama kadar hükümetin de payı olduğunu belirten Bankoğlu, “Ülkedeki bütün kadınların hayatını ilgilendiren bir konuda, tek bir adamın kendi başına karar vererek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması bu algıyı perçinliyor. Söylemleriniz ve uygulamalarınız sebebiyle cezasızlık algısını yaratan sizsiniz,” dedi.

İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmeyeceğini belirten Bankoğlu, konuya ilişkin derdest davaların olduğunu belirterek, “Sözleşmeden çıkılması karşısında, Türkiye’deki kadın mücadelesi ve kadın dayanışması hükümetin erkek egemen zihniyetine karşı tek vücut haline gelmiştir. Bugün bu hukuksuz İstanbul Sözleşmesi çıkışıyla ilgili, Danıştay’a açılmış yaklaşık 200 dava var. Bu davaların bazısında, Danıştay savcılarının sunduğu çok önemli mütalaalar, hakimler tarafından verilmiş karşı oy yazıları var. Bu ben yaparım kibrine, kadınlar da hukukçular da güçlü bir ses çıkardı. Kazın ayağı, hükümetin umduğu gibi olmadı. Kadınları sindirebileceğini sanan, siyasi menfaat uğruna kadının can güvenliğiyle oynayan hükümet; karşısında siyasi muhalefetin üstüne bir de örgütlü ve güçlü bir kadın muhalefeti buldu. Erkek egemen hükümet bunu görüyor ve çekiniyor. O kadar çekiniyor ki, bugün burada kadın örgütleriyle yüzleşmeye bile korkuyor,” diyerek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma gafletinden dönülmesi gerektiğini belirtti.

“Faillerle hükümet benzer zihniyette”

Konuşmasına şiddet faillerinin profillerinden bahsederek devam eden Bankoğlu, “Bütün bu kadın cinayetlerinin altında çok net bir sebep var; toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Kadına yönelik şiddet vakalarına baktığımızda, çok çeşitli bir fail profili görüyoruz. Bu faillerin bazısı hükümetin belirttiği gibi, bağımlılık sorunlarıyla ve psikolojik sorunlarla boğuşan insanlar. Ancak önemli bir kısmı da, gayet eğitimli diyebileceğimiz insanlar. Bu faillerin tamamının bir ortak noktası var, öldürdükleri veya şiddet uyguladıkları kadınları kendi hakimiyet alanları içerisinde, erkeğin kurallarına göre yaşaması gereken tabiri caizse bir eşya gibi görmeleri. Bu yüzden de, kendilerini reddeden, kendileriyle aynı fikri paylaşmayan, gel deyince gelmeyen, git deyince gitmeyen kadınlara zarar verme hakkını kendilerinde görüyorlar. Daha da acısı, hükümet 20 senedir 'Efendim, toplumsal cinsiyet eşitliği yoktur, fıtrat ayrımı var,’ ‘kadınlar önce annedir,’‘kadın cinayetleri abartılıyor,’‘kadın susmasını bilecek,’gibi söylemlerle, tüm bu şiddet vakalarına çanak tutuyor. Yetmezmiş gibi, bir gecede bir adam, ülkedeki bütün kadınların hayatını ilgilendiren bir sözleşmeden, hiçbir kadının fikrini, düşüncesini almadan çıkma kararı alıyor. Himayesinde zannettiği devletin her bir belgesinden, “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesini itinayla çıkarttırıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele edeceğini iddia eden bu zihniyet, fail zihniyetiyle aynı zihniyettir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarken kadına danışmayan, size danışmayan bu zihniyetinin,  bu teklifinin kadınlara çözüm sunması mümkün değil,” diyerek Yasa Teklifi’nin samimi bulmadığını da kaydetti.

Bankoğlu’nun açıklamalarının üzerine, hükümet vekilleri tepki gösterdi. Komisyonda yaşanan tartışmalar sebebiyle ara verilen oturuma, Bankoğlu’nun konuşmasıyla devam edildi.

“Bilginizin olmadığı konuda fikriniz olamaz”

Muhalefetin ısrarlı taleplerine rağmen, hala kadına yönelik şiddet verilerinin tam olarak toplanmadığını söyleyen Bankoğlu, “Artık yeni şeyler söylemek istiyoruz. Her toplantı öncesi, bunun için ciddi bir çalışma temposuyla çalışıyoruz. Ancak, her defasında da duvara konuşmuşuz gibi hissediyoruz. Bir kanun teklifiyle gelmişsiniz, ama buna temel olacak veriniz bile yok. Bakanlıkların,hükümetin, şatafatlı ışıklar altındaki sarayın bu ülkede kaç kadın öldürüldüğüne, kaç kadının şiddet gördüğüne, kaçının failinin cezalandırıldığına, cezalandırılan faillerden kaçına iyi hal indirimi uygulandığına, koruma altındaki kadınların neden korunamadığına ilişkin güncel bir verisi yok. Şaibeli kadın ölümleri sayısındaki artışa ilişkin bir çalışma yok. Halihazırdaki durumla ilgili bir bilginiz yoksa, elinizdeki teklif sonrası neyi değiştirebileceğinize ilişkin bir fikriniz de olamaz. Bu bakımdan, KEFEK olarak veri konusunda yürütme yetkililerinden ısrarlı olarak veri talep etmemiz gerekiyor,” dedi.

“Teklifiniz eksik”

Yapılan yasa teklifinin, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin tanımı ve haksız tahrik konularının düzenlenmesinde eksik olduğu muhalefet vekilleri tarafından söylendi. Konuya ilişkin konuşmasında, “Bu teklifte kadına yönelik şiddetin temeline ilişkin hiçbir şey yok. Kadın cinayetlerinin tanımı yapılmıyor, toplumsal cinsiyet eşitliğinden, eşitliğin tanımından bahsedilmiyor. Değiştirilen maddeler yalnızca kadına yönelik cinsiyet temelli suçlarda değil, genel suç hükümlerinde değişiklikler yapıyor. Bu yüzden, aslında kadına yönelik cinsiyet temelli şiddetin ayrıca tanımlanması, bazı düzenlemelerin bu suç özelinde yapılması hukuk ekonomisi ve insan hakları bakımından da çok daha makul olacaktır,” diyen Bankoğlu, kadına karşı toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle işlenen suçların kanun kapsamına alınmasını önerdi.

Haksız tahrik indirimine ilişkinse, “Uygulamada erkeklik indirimi diye bilinen, haksız tahrik, en önemli konulardan biriyken burada düzenlenmemiş. Örneğin eski eşini başkasıyla gördü diye öldüren bir katile, haksız tahrik indirimi verilmesinin önüne geçişmemiş. Aldattı, yataktan itti, cilve yaptı, tayt giydi, şort giydi, efendim güldü, yemek yapmadı, evi temizlemedi gibi gerekçelere bol keseden verilen tahrik indirimleri engellenmemiş,” diyen Bankoğlu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı savunmaların tamamının haksız tahrik kapsamından çıkarılması gerektiğini belirtti.

Ayrıca yasada şaibeli kadın ölümlerinin de yer alması gerektiğini belirten Bankoğlu, “Şüpheli kadın ölümleri çok önemli bir sorun. Bu vaka dosyalarının kapatılmaması ve bu tip davalarda avukat atanması ve baro müdahillik şartlarının kolaylaştırılması gerekiyor,” diyerek önerilerini belirtti.

Yasa teklifiyle öngörülen ceza artırımlarının önleyici ve koruyucu düzenlemelerle desteklenmesi gerektiğini belirten Bankoğlu, “Kadına yönelik şiddet suçunu önleyecek hukuki ve idari tedbirlerin de alınması ve daha da önemlisi uygulanması gerekmektedir. Bunun için de sorunun temeline, yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğine inilerek düzenleme yapılması lazım. Örneğin, polisler koruma talebiyle gelen kadını, kocasına hala teslim edebiliyorsa, doktoralar darp halinde dahi rapor vermekten imtina ediyorsa, savcılar soruşturma açmıyor ya da tehdit suçuyla yargılanan fail hala tutuksuz yargılanıyorsa; cezaları arttırmanın hiçbir faydası olmaz,” açıklamalarında bulundu.

Bankoğlu’ndan madde değerlendirmeleri

Kadın mücadelesinin tek bir partinin ve tek bir kişinin tekelinde olamayacağını belirten Bankoğlu,“Korumaya çalıştığımız şey kadınsa, bu bütün kadınların mücadelesidir. Bu bakımdan, özellikle KEFEK üyesi iktidar vekillerinin bu teklifi tekrar değerlendirmelerini rica ediyorum,”diyerek teklifin maddelerine ilişkin aşağıda belirten değerlendirme ve önerilerini sundu.

“Madde 1

Teklifin 1’inci maddesinde iki önemli konu var. Birincisi, indirim nedenlerini düzenleyen TCK madde 62’den 'gibi hususlar’ ibaresi çıkartılarak; daha önce tadadi bir şekilde sayılmış olan takdiri indirim nedenleri, şimdi tahdidi bir şekilde sayılarak, takdiri indirimin şartlarının daraltılması. Böylelikle, gerekçede de belirtildiği gibi, hakimin ceza belirlemesine ilişkin takdiri daraltılmış.

İkincisi, aynı maddeye, failin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışlarına ilişkin olarak 'pişmanlığını gösteren’ ibaresi eklenmiş. Gerekçe, bu düzenleme sayesinde faillerin, 'yalnızca takdiri indirimden faydalanmak amacıyla duruşmada pişman olduğunu söylemesi veya yargılama mercilerine karşı saygılı tutumunu ifade eden kılık ve kıyafeti dikkate alınarak verilecek cezada indirim yapılamayacağını belirtiyor. Failin, fiilden sonra ortaya çıkan zararı kendisinden beklenebilecek ölçüde gidermesi veya zararın büyümesini engellemek için ciddi çaba sarf etmesi, gerçeğin ortaya çıkarılmasına önemli ölçüde katkıda bulunması yada olayın aydınlatılmasında aktif fayda sağlaması gibi içten pişmanlığını gösteren davranışlarınınsa, takdiri indirim nedeni olarak sayılabileceğini belirtiyor.

Ancak, gerek madde teklifindeki “pişmanlık” gerekse gerekçedeki içten pişmanlık ifadeleri sınırları belirsiz, soyut ve muğlak kavramlar. Dolayısıyla en azından madde gerekçesinde, maddede kastedilen 'pişmanlık’ın çerçevesinin belirlenmesi ve nitelendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca ,bugüne kadar verilen iyi hal indirimleri göz önünde bulundurulduğunda, uygulayıcıların toplumsal cinsiyet eşitliği lehinde karar vermemelerinin sonucunda bir cezasızlık pratiğinin oluştuğu görülmektedir. Bu sebeple, aynı İstanbul Sözleşmesi’nde de belirtildiği gibi, yasa uygulayıcılarına toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde hukuk eğitimlerinin verilmesi gerekir.

Madde 2

Teklifin 2’inci maddesi; TCK 82’deki' gebe olduğu bilinen kadına karşı’ ibaresini' kadına karşı’ olarak değiştirmeyi öneriyor. Böylelikle kasten öldürme suçunun nitelikli suçlar kapsamı, kadına karşı suçları da içerecek bir şekilde genişletiliyor. Gerekçe bu teklifle, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü gibi hukuk değerlerin korunmasının amaçlandığını belirtiyor.

Bu önerinin 3 noktasının tartışılması lazım. Maddenin eski halinde korunan değer aslında, gebe kadının taşıdığı çocuğun yaşam hakkı ve vücut bütünlüğüdür. Bu noktada, gebe kadın ibaresinin silinerek kadın ibaresinin eklenmesi isabetli olmamıştır. Bunun yerine, gebe kadın ibaresinin muhafaza edilerek, kadın ibaresinin ayrıca eklenmesi, kanunun kadının ve ayrıca gebelik durumunda taşınan bebeğin yaşam hakkının hakkaniyetli bir şekilde korunması için daha doğru olacaktır.

İkinci nokta, maddenin 1’inci fıkrasının (k) bendinde yer alan töresa iki ifadesine yapılması gereken eklentidir. CEDAW tarafından 2010 yılında hazırlanan Türkiye sonuç gözlemlerinde de açıkça belirtildiği üzere, buraya toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en görünür hali olan cinsiyete dayalı “namus”sa ikinin de eklenmesi gerekir. Bu konuda, İstanbul Sözleşmesi’nin 'Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde 'namus’un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır,’ diyen 42’inci maddesinin referans alınması gerekir. Böylelikle yalnızca töre değil, namussa ikiyle de işlenen kasten öldürme suçları da nitelikli hal olarak katalog suçlara dahil edilecektir.

Üçüncü nokta, burada kadına karşı şiddet ibaresinin eksik kalmasıdır. Şimdi bu teklifin amacı kadının, cinsiyeti dolayısıyla maruz kaldığı şiddetin önlenmesi. Bir suçun kadına karşı işlenmesiyle, bu suçun kadına karşı şiddet kapsamından yer alması birbirinden farklı durumlardır. Sonuçlarının da farklı olması gerekir. Bu yüzden, kadına yönelik şiddet ifadesinin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde açık bir şekilde tanımlanması gerekir. Ancak teklifte, bu tanım yapılmadığı için, ceza artırımı için mağdurun kadın olması yeterli bulunmuştur. Ceza hukuku açısından ve eşitlik açısından bu sorunlu bir yaklaşım olacağı gibi, ulaşmaya çalıştığımız toplumsal cinsiyet eşitliğine de hizmet etmemektedir.

Bu yüzden buradaki, ‘suçun kadına karşı işlenmesi’ ibaresi yerine, 'suçun kadına karşı şiddet kapsamında/eril şiddet kapsamında işlenmesi’ yada fiilin' cinsiyete/toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık niteliğinde olması’ gibi bir ibare benimsenmesi daha doğru olacaktır.

Aynı önerimiz, teklifin, TCK’nın 86, 94, 96, 106’ncı ve CMK 100, 234 ve 239’uncu maddelerine ‘kadına karşı’ eklemesini yapan bütün maddeleri için geçerlidir.

Madde3

Teklifin 3’üncü maddesi, TCK 86/2’ye ‘suçun kadına karşı işlenmesi halinde cezanın altsınırı altı aydan az olamaz’ ibaresini eklemektedir. Ancak bu düzenlemenin, TCK’nun 50’inci maddesi uyarınca kısa süreli hapis cezaları için öngörülen adli para cezası seçeneği göz önünde bulundurulduğunda; uygulamada hiçbir etkisi olmayan sembolik bir arttırma olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, eski düzenlemede 6 ay olan alt sınırın, 9 aya çıkarılması failin cezasının adli paraya dönüştürülerek, failin serbest bırakılması sorununa hiçbir çözüm üretmemektedir.

Benzer bir şekilde, teklifin 6’ıncı ve 8’inci maddeleriyle düzenlenen tehdit ve ısrarlı takip suçlarında öngörülen 9 aylık alt sınır, halkın ve kadınların gözlerini boyamaktan öteye geçemeyecektir.

Ayrıca, teklifin 3’üncü maddesi kapsamında TCK 86’nın 3 fıkrasının (a) bendinde yer alan; ‘Üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı,’ ibaresinin de aralarında aile bağı veya ilişki bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, cinsiyet temeline dayalı her türlü şiddeti kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Zira maddenin bu haliyle bırakılması, evli, boşanmış ve bekar insanlar arasında ayrımcılık yapması sebebiyle, Anayasa’mızın ayrımcılık yasağını düzenleyen 10’uncu maddesine de aykırıdır.

Madde 4 ve 5

Teklifin 4’üncü ve 5’inci maddeleri, işkence ve eziyet suçlarının ‘kadına karşı işlenmesi halinde alt sınırının 5 yıldan az olamayacağını’ belirtmiştir.

Bu konuda, yasa üzerindeki düzenleme olumlu olmakla beraber, uygulama sıkıntılarının da altını çizmek gerekir. 2005 yılından bu yana, TCK’da yer alan bu maddeler, maalesef kadınların maruz kaldığı sistematik taciz ve eziyet davalarının neredeyse hiç birinde uygulanmamıştır. Dolayısıyla bu maddelerle ilgili, önerilen ceza artışlarından önce, acil bir şekilde kanun koyucunun uygulama eksikliklerini giderecek düzenlemeler yapması gerekmektedir.

Madde 6

Teklifin 6’ıncı maddesindeyse, tehdit suçunda 6 aydan 9 aya çıkarılan alt sınır önerisinin bir çözüm olmadığını tekrar tekrar söylememiz gerekir.

Bir kere tehdit, şikayete bağlı bir suçtur. Ve bu suça karşılık 9 aylık bir ceza alt sınırı öngörülmesi, failin ceza muhakemesi ve infazı yasaları uyarınca, ceza ertelemesinden ve adli para cezasına çevirme seçeneğinden yararlanmasının önüne geçemez. Bu durumda, mağdur tarafından şikayet edilen ve tutuksuz yargılanan, hatta salıverilen failin ilk yapacağı şeyin mağdura zarar vermek olduğu açıktır. Bu durum kadınlar için bir yaşam tehlikesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla, burada ceza alt sınırlarının ceza erteleme ve adli para cezasına dönüştürme seçeneklerine izin vermeyecek şekilde düzenlenmesi; kadınların korunması açısından hayati bir öneme sahiptir.

Madde 8

Teklifin 8’inci maddesi, İstanbul Sözleşmesi uyarınca, ısrarlı takip suçunun ihayet müstakil bir suç olarak düzenlemesi bakımından geç ama olumlu bir gelişmedir.

Ancak burada da önemli eksiklikler bulunmaktadır.

İlk olarak, şunu belirteyim ki, bu suçun hürriyete karşı suçlar başlığı altında incelenmesi isabetli olmamıştır. Çünkü, ısrarlı takibe maruz kalan kadınlar, yalnızca hürriyetlerinden değil; yaşam haklarından endişe duyuyorlar. Değil dışarıya çıkmak, işe gitmekten, evlerinde kalmaktan, okullarına gitmekten bile çekiniyorlar. Dolayısıyla, ısrarlı takibin ‘vücut dokunulmazlığına karşı suçlar’ başlığı altında düzenlenmesi gerekirdi.

İkinci olarak, gerekçede ısrarlı takip suçunun şartı olarak belirtilen ‘mağdur üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşturma’ unsuru, muğlak bir ifade olması sebebiyle, konu üzerinde hakime çok geniş bir takdir yetkisi tanımaktadır. Bu da keyfi uygulamalara yol açabileceği için, hukuki belirliliğe zarar vermektedir. Benzer bir durum, ısrarlı takip suçunun ikinci şartı olarak belirtilen, 'kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması’ unsurunda da geçerlidir. Bu durumu önlemek için, suç ununsurları açık bir şekilde tekrar düzenlenmelidir.

Üçüncü olarak, teklif ısrarlı takip suçunun nitelikli hallerini tahdidi bir şekilde sınırlamıştır. Bu durum, nitelikli haller arasında sayılmayan, örneğin ısrarlı takibin, ayrılık kararı verilen yada boşanılan eşe karşı işlenme halinde farklı ceza alt sınırı öngörmesi sebebiyle, yeni sorunlar doğuracaktır. Bu bakımdan,ısrarlı takibin nitelikli hallerinin tahdidi sayımı medeni hal ayrımcılığı oluşturabileceğinden, doğru bir yaklaşım değildir.

Israrlı takip düzenlemesine ilişkin dördüncü sorun ise, yetersiz ceza öng örüsüdür. Teklif ısrarlı takip suçunun temel haline, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. Suçun nitelikli hallerindeyse, cezalar 1 yıldan 3 yıla çıkmaktadır. Ceza ertelemesi kapsamında olan bu süreler, failin ceza evine bile girmeden ısrarlı takibe, suç işlemeye devam etmesi sonucunu doğuracak sürelerdir. İnfaz rejimi göz önünde bulundurulduğunda, üst sınırdan cezalandırılan bir failin çoğu zaman bir gün bile hapiste yatmaması mümkün olacaktır. Bu da, caydırıcı olmanın tersine, kamuoyundaki cezasızlık algısını pekiştirecek bir başka tehlikedir.

Son olarak, ısrarlı takibin nitelikli halinde bile suçun şikayete bağlı olması toplumsal düzen bakımından oldukça sorunludur. Düzenlemeye göre, hakkında uzaklaştırma kararı verilen failin ısrarlı takip suçunu işlemesi halinde, hatta suçun çocuğa karşı işlenmesi halinde bile, şikayet aranmakta, suçun kamu davası olarak görülmesi engellenmektedir. Halbuki, bu gibi durumlarda, ısrarlı takip mağdurun okulunu, işyerini, hatta konutunu bile değiştirmesine neden olmaktadır. Bu sebeple, ısrarlı takibin nitelikli hallerinde suçun re’sen kovuşturulması gerekmektedir.

Madde 10 ve 11

Teklifin 10v e11’ inci maddeleri, CMK’nın 234’üncü ve239’uncu maddelerine cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı veya ısrarlı takip suçu ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence veya eziyet suçlarında baro tarafından avukat görevlendirilmesini isteme hakkı eklenmiştir. Burada da kanun koyucu, nafile bir şekilde, yine uygulamadaki sıkıntıları yasama yoluyla çözmeye çalışıyor. Bir kere, mevcut düzenlemeler dahilinde, cinsel saldırı suçlarında avukat isteme hakkı zaten var ancak uygulamada maruz kalanlara hatırlatılmıyor. Çocukların cinsel istismarı suçundaysa zaten re’sen avukat atanmaktadır.

Bu maddede asıl yapılması gereken düzenleme, madde 234’teki avukat isteme hakkına ilişkin var olan 5 yıllık alt sınırın, silahların eşitliği ilkesi gereğince kaldırılmasıdır.

Yine teklifin bu maddelerinde, kadın cinayetlerinde katledilen kadınlar için barolar tarafından vekil görevlendirilmesi ile ilgili bir düzenlemenin yer almaması büyük eksikliktir.

Madde 12

Son olarak, teklifin 12’inci maddesiyle, CMK madde 253’te yer alan 'uzlaşma’ kurumunun uygulanamayacağı suçlar arasına “ısrarlı takip” in eklenmesi üzerine, şunu belirtmemiz lazım.

Bu olumlu bir gelişme gibi gözükse de oldukça göstermelik düzeydedir. Mevcut durumda, kadına karşı basit tehdit (eşler arasında olsa bile), failin eşi ya da boşandığı eşi dışındaki kadınlara karşı gerçekleştirdiği kasten yaralama gibi suçlar açısından uzlaşma kurumu hatalı şekilde uygulanmaktadır. Halbuki, İstanbul Sözleşmesi’nin 48’inci maddesinde belirtildiği gibi, arabuluculuk ve uzlaşma dahil olmak üzere, alternatif uyuşmazlık çözümlerinin, kadına karşı şiddet olaylarında uygulanmaması gerekir. Dolayısıyla, uzlaşmanın yalnızca belli suçlar bakımından değil, kadına karşı şiddet fiillerinin tamamı açısından yasaklanması gerekir.